Aralık 27, 2010

Ayşe'nin Ruhsal Aygıtı

Bir şey diyeyim mi? Evet. Bu sabah öyle bir heyecanla uyandım ki... Ya da şöyle oldu tam olarak; arkadaşım bendeydi, güzel yatağım çok rahattır ama salondaki koltuğun yeri de başka. sabah uyandım alarım çaldı. hayır böyle değil; alarm çaldı uyandım. yanlış yazdığımda silmeyi sevmiyorum :)yok biraz daha geriye alacağım. Gece yattım salondaki koltuğa, karşımdaki koltuğa da aslı yatacak ama hala yatmamıştı. Konuşa konuşa ya da dinleye dinleye uyumuşum, bi ara aslının heyecanla üztüme doğru geldiğini gördüm, keyif saçarken etrafa bir yandan da ayşe ne yaptımmmmmm benn bakkkkkk dedi, çok net hatırlıyorum o sıra rüya görüyordum, beyaz gökdelenler arasında yalnızdım. Bizimki gecenin bir saatinde sarmış JİBJABa yeniyıl videoları hazırlamış, izledim, güldüm, uymuşum.

Sabah... telefonum çaldı, alarm. Dışarıdan yağmurun sesi geliyor. 'dur'-'ertele'. 'eRTELE'. Bence, bir de '5 dakikanın tadını çıkar', 'Gülümse bebek, hadi günün hayali,ni kur' gibi seçenekler eklenmeli :) Şayet ben tasarlasam böyle bir şey, pazartesi sendromu ortadan kalkar :) Eldeki seçenekler kısıtlıydı, ertele dedim ama hayal kurdum. Kış, yağmur, yataktayım, sıcaktayım, içimde güzel bir müzik çalıyor. Alarm tekrar çaldı. Banyo yapmak için kalktım, ama içim üşüdü birden, pencereden baktım, banyodan sonra dışarı çıkmaktan hoşlanmam ya, tenime rüzgarın çarpişını hissettim ve ürperdim. Pek huyum değildir ama açtım bilgisayarı sabah sabah, belki müzik dinlerim dedim. Dinlemedim. Sayfamı açtım ve gördüm ders iptalini. Uyandım ya bi kere, yatamam tekrardan kıyamam günün geri kalanına. Zaten hayalimdir: her zaman 5 saat uyku yetebilse keşke. Daha çok kitap okur, film izlerim, gecelere sığmam, gündüzleri saklamam o zaman. Sonra bir enerji geldi, gitmek bilmedi. Şokellalı ekmek yedim, yanında sütlü kahve içtim, sabah sabah ne çok gülümsedim, bunu begendim. Keşke her gün böyle başlasa dedim...

Hani benim 1. sınıftan beri takık olduğum L. var ya,olmadık zamanlarda karşıma çıkıyor. Haftasonu da öyle oldu. Gece 3 te, Aslı'mın doğum günü kutlaması sonrasında çok alakasız bir mekandaydık. Sonra bir ışık huzmesi süzüldü içeri sanki. Bunu söylerken çok gülüyorum. Sonra nutkum tutuldu, adrenalin salgıladım ve sanki bu salgı içinde boğulacaktım, Yanımdan geçerken, sanki o salgıları üreten ben değilmişim gibi, sadece göz kırptık birbirimize ve takmıyor ayağındaydım. Tamam, lütfen, aptal demeyin bana. Açıklayabilirim. Bir şey diyeyim mi, Çocuk beni gram takmıyor. Ha ben de öyle yapıyorum ama diil mi? Of evet, ama bu biraz daha farklı, hisseder insan diil mi ama. Hissedecek bir şey yok yaptığı adamın! Ben mezuniyetime bu veletle gitmek istiyorum nokta

sabah sabah farklı kafalara çok hızlı geçiş yapıyorum
pazartesi sabahı playlisti:

heryl cole - 3 words featuring will.i.am
sophie zelmani - dream gets clear
andrew bird - sovay
mizan - my istanbul
shivaree - goodnight moonx
the coasters - down in mexico
jonny cash - i walk the line

Ama <3 href="http://fizy.com/#s/1am5wg">bu da :)

Keyifle...

Kasım 05, 2010

vize = keyif haftası


son sınıf olunca her şey biraz daha zorlaşır sandım da pek değilmiş sayın ahali. asla da yukarı fotograftaki modda geçmedi sınav zamanı. dün iki sınava girdim çıktım ki sınavlara da uyuyarak hazırlandım desem dogrudur, inanın :) dün sabahın 6 sında kalktım, bu vicdani bir rahatlamadır. hani sabah erken kalkıp bi okurum sınavdan once dersin ya, ama ben güzelce kahvaltı yaptım:) e sonra giyindim, süslendim en cool halimle yola koyuldum ki bi baktım saat daha 8 :) evet o saatte okuldaydım. e güzel geçti ama sınav, yılların deneyimi :) sonraki niteliksel arastırma yöntemleri dersi hakkında hiçbir fikrim yoktu. kütüphaneye çıktık sevdayla. tüm anlatacak ne varsa o vakit gelir aklıma, kütüphane:) yarım saat çalıştık= kopya hazırladık sıkıldık, bahçeye indik. güzel havuzun kenarına oturalım da iki kelam edelim dedik. tattatattatatata taaammmmmm, evet benim 4 yıllık yanık aşkım L,tek başına oturuyordu dalgın dalgın. izlemeye aldık sevdayla. ya pislik herif bariz bi hatunla mesajlaşıyordu. bu esnada sevda bana bıraz sonraki sınava çalıştırıyor güya, o niyetteyiz ama L, karsımda olunca toplarlanamadım-k. sonra tüm bahçe ahalisi tanıdık olunca lafladık sınava kadar. ama iyiydi sınavlar, bence olmuşuz pişmişiz biz, mezun etsinler :)

ya ben eminönünü seviyorum. o olakasızlıgı, kalabalığı. akşama kuru patlıcan dolması yapacaktık bizde, dolma alamaya gittik. dolmacı sevdaya aşık oldu:) zor kurtardık kendimizi ama ucuza aldık, kısa günün karı oldu :) öncesinde lokumcuya girdik,herbir lokumu denemekten karnımız agrıdı zaten, kahvenin yanında yemek için narlı antep fıstıklı lokum aldık, tavsiye ederim. hooooppp ordan karaköy, hopp taksim. taksimde benim beğendiğim adamlardan birini gördük. of ne karizmatik adam ya, zaten hoş adam diyip duruyordum sevda da begenince piyasa değeri arttı adamın. tüm gece bu piyasa değeri üzerine geyik yaptık :)

evde dolma sarma yaptık yedik, türk kahveleri yapıldı lokumlar yanında, sonra sevda bize çokkkk lezzetli, nefis chai lattesinden yaptı. kış mevsimi için en ideal içecek, en azından benim favorim. süt, kahve, tarçın varsa ben de varım :)

keyifle...

Ekim 27, 2010

Kasvetli, iç sıkıcı bir kış yazısı !

İlk defa çapadaki dersime gittim bu sabah. 8.45. 8.46da girsem almaz içeri, o kadar diyeyim. Kasvetli, yağmurlu bir sabah, derse yetişebilme telaşım. kahretsin midem bulnıyor bu telaş içinde. neyse dersteyim. keyifli geçti, unuttum bi muddet midemi, telaşımı. ve sonra henüz sabahın 10 u, başladı koşturmalarım. Ortaköy'de bir işim var, ona gitmeye çalışıyorum, yetiştirmem gereken bir evrak var, bankaya gidiyorum sonra, hesap açtırmam lazım, cüzdanım çalındıktan sonra henüz çıkartamadım kimliğimi ama buna dair tüm tutanaklarım yanımda. Nüfüs müdürlüğüne gidiyorum tam, öğle arası. bu sırada, tez araştırmamı yapayım diyorum, bahçeşehir üniversitesine gidiyorum, nüfus cüzdanım yok diye giremiyorum. Her zaman alırım yanıma ama bugün şemsiyem yoktu, delice bir yağmur yağıyor, midem hala bulanıyor, ıslanıyorum. lanet olası şemsiyeciler demek istiyorum bu noktada, yoklar ortada. Normalde neredeyse güneşli havada adım başı on tanesi çıkar karşına, yoklar şimdi. kuvvetli bir küfür sallıyorum, derken yanımdan hızla bir araba geçiyor o yağmurda. Evet sırılsıklamım şimdi tam anlamıyla. daha kuvvetli ikinci küfrü ediyorum. hiç bir taksi durmuyor, otobüsler dolu, durmuyor. Beşiktaş' tan Ortaköy' e yürüyorum ve yeni çizmelerim ayağımı fena vuruyor.

Aklımda sadece, sorular, sorunlar, sınavlar, ilişkilerim, ilişkisizliklerim, sıkıntılarım, kirli sepetim, kredi kartı borcum..... Offf çok darlandım, o an kalkamadım bunların altından. Atsam kendimi şu hızlı arabaların altına, ıslak yollara dedim. tüm sorular da sorunlar da yok olur benimle dedim bir an. o an... sorunların beni çıldırtması için çok kısaydı o an, sorunlardan kurtulabilmek için çok uzun. heyse ki bir andı ve ortada hiç araba yoktu. Kimseyi görmek istemedim o an, duymak da.

Nasıl oldu bilmiyorum, eve geldim şimdi. Kapıdan girmemle ağlamam bir oldu. Nasıl bir ağlamaktır, nefes nefese. Hıçkıra hıçkıra. Elim viski şişesine gitti. Dudaklarım uyuştu, gözyaşlarımla buluştu alkol, tenimi yaktı ikisinin buluşması ve de içimi. Kustum sonra.

şimdi kafam uyuşmuş, kapalı telefonum, gidip gelmeli aklım, yanaklarım kızardı. Yine bir an gelsin ve gitsin kötü olan her şey.

Ekim 24, 2010

Ayşemsi gökyüzü aşkı... Sevdalı Bulut' tan...


...

Ayşe kız bir öpücük yolladı parmaklarının ucuyla buluta. Ayşe kızın öpücüğü buluta ulaşınca, bulut şöyle bir şaşırdı, ama sonra toparlandı, koskocaman bir gül biçimini aldı. gökyüzü gökyüzü olalı, bu mavi atlasa böylesine güzel, böylesine iri ak bir gül açmadı. Ayşe kız bu ak gülü hayran hayran seyrederken, bulut yine kımıldandı, yayıldı, toparlandı, yürek biçimini aldı, yani bulut oldu yine. o günden sonra bulut, Ayşe kızdan ayrılmadı.

Nazım HİKMET

Benim gibi, çimlere uzanıp bazen
bazen içimde dans eden müzikle, tenimin ritmiyle
bazen norah jones fısıldarken kulağıma
izlemeyi seven bulutları, geceleri yıldızları
yan yana, yalnız olmak aynı zamanda
susmak, bazen çok konuşmaktır gökyüzünün altında.


keyifle...

ayşe

Ekim 10, 2010

haftanın çıkışı; CHİCAGOOOOOOO


Kaldığımız yerden devam edelim hadi. Kapkaç olayından sonra aldığım manevi destekle cookkk hızlı bir şekilde toparlandığımı söylemiştim. Tatilden istanbula döndüğüm günün hemen ertesi, caddebostanda bi görüşmem vardı. sabahın erken saatlerinde metrobüse gittim, akbil basarken babamla telefonda konuşuyordum. Bi bayan geldi yanıma, yaşlı. kızım rica etsem benim yerime de okutur muusn kartı, dedi. Ne demek teyzem tabii ki dedim. geçtik ard arda turnıkelerden. kendini anlatma çabasına girdi birden, cüzdanını evde unutmuş, zor durumda kalmış. mahçup bir şekilde izah etmeye çalısıyor durumu bana. ince bir noktaydı bu benım için. başıma gelen kap-kaç olayı cok yenıydı( bkz: hemen önceki blog yazım)benim için. Çıkardım bir miktar para verdim, zor durumda kalmasın tek başına diye. elimi tuttu, nasıl dua etti bana anlatamam. Her şey gönlünce olsun, kimseden böyle bir şey isteyemezdim, dedi, sarıldı bana. Nasıl iyi geldi güne böyle başlamak. daha bir gün öncesinde benzer zorluk içindeydim, en yakınlarımca destek aldım. şimdi benzer bi desteği yapmak için önüme fırsat cıkmıştı. sonra dedim ki, o kadar sanslıyım ki ona yardım edebilmem ve bu mükemmel duyguyu hissedebilmem için o teyze beni seçti. onca insan arasından. tüylerim diken diken oldu. cok huzurluydum, mutluydum. böyle başladı haftam, şimdi sonuna gelince haftanın, geçen gunlere bi göz attım. güzel başlayan güzel gider...

ve gelelim haftanın jokerine---> CHICAGO müzikali :) aman tanrım muhteşem. dans, müzik, tutku! nasıl anlatılır bilmiyorum ama mutlaka gidin mutlaka! Bilet için teşekkürler 'R'.

Ve bir teşekkür de Sevdama gelsin, basıma gelenlerden dolayı, bir türlü bilet alamadığım filmekimi için, bana bilet ayırdığı için :)

haftanın şarkısı: all that jazz :)

tüm gün vücudumda dolaşan, aklımı başımdan alan, ruhumu çalan şarkı: cibelle- green grass... sanki biri bana fısıldıyor bu şarkıyı. sürekli... ve sürekli...


Keyifle...

Ekim 05, 2010

dikkat! sex ve seyahat doludur!

30 eylül perşembe

16.15 evden çıktım elimde bavul, feribota yetişebilme telaşı. atladım taksiye, nişantaşından osmanbeye 15 dakikada çıktı, trafik fena. indim taksiden, otobüse bindim, akbili çıkarttım, okuttum, cüzdanıma koyup cüzdanı da çantaya koydum, fermurarını kapattım çantanın. Gerçekten kapattım.
16.45 evet hala taksime bile gelemedim, hala trafik, beyaz telaş...
17.15 taksimde otobüs, 69A. Yenikapıya gidiyorum, bursaya gidecegim. 17.30 da bursa feribotu. telaşımın rengi değişti. ay yetişemiciimmm sanırım.
17.30 evet, yetişemedim:) neyse dedim, yalovaya geçerim, ordan da bursa zaten 1 saat. biletim yandı bursa için, yeni bilet alacagım. çantamı açtım. yok! cüzdanım yok! tamam ayşe sakin ol, altlardadır, ara karıştır zamanla yarıştır. yok! cüzdanım yok!

şimdi elim titriyor, telaşım karardı, gözlerim doldu. cüzdanım yok! yani; kimliğim, nüfus cüzdanım, param( ki aslında N.Ş.A'da yanımda yüklü para taşımam; ama normal dışı bir durum----> tatile gidiyorum olimpos'a), kredi kartım, hesap kartım, ilk defa oynadığım iddianın fişi(3 lira yatırdım, kazanırsam 115 L alacaktım; ama hala bakmadım, ilk defa kazanmak istemedim), usb, onemlı kartvizitler.... evet bunlar da yok artık...

İDO-yenikapı'da, iskelenin ortasında salya-sümük ağlıyorum. eve dönecek 5 kuruşum yok, şarjım bitmek üzere. zaten eve dönmek değil; tatile gitmek istiyorum ama param yok artık, keyfim kaçtı, gözlerim şişti...

Öznuru aradım, ama ağlamaktan nefes alamıyorum. korktum da çünkü, hiçbir şey hissetmedim olay anında. öznurum ayrı panik oldu. bi yandan annem aradı ağlıyor, ayşe nolur ağlama diye, kardeşim arıyor ne olursa olsun geleceksin diyor, öznurun patronu; ne kadar paraya ihtiyacın varsa gonderıyorum diyor ki bunu diyen insan beni hiç mi hiç tanımıyor, tek bildiği benim bu tatile gitmek istediğim.

İskelenin kafesinde oturuyor bi yandan telefonumu şarj ediyorum. Evet hala durmaksızın aglıyorum. Öznur bana yalova bileti alıyor internetten, gideceksin tatile diyor. Yalovaya git ben ınternetten bursa biletini de alıcam, aktarma yapacaksın diyor. Ama benim yalovaya gelince otobüs termineline gidecek dolmuş param bile yok diye derdimi anlatıyorum. Karşımda bir kadın oturuyordu. Telefonu kapattım. paran mı çalındı, ne kadara ihtiyacın var? dedi, teşekkür ettim, arkadasım benı alacak dedim, ama elimde yalova bileti vardı. Nereye gıtmek ıstıyorsun dedi, Bursa dedim. Çıkardı 30 lira vermek istedi bana. Hiç tanımadığım bir kadın, hiç karşılıksız 30 lira veriyor bana. almadım. alacaksın o parayı dedi, direndim; direncimi kırdı sonra, borçlandım aldım. Bu iyiliği yapmama izin ver dedi, bu paranın değeri yok ki...

Ben de Bursa' ya gideceğim Yalova' dan, seni bırakırım arabayla dedi. Nasıl yani? evet aynen böyle. daha 1 saat olmadı, şerefsizin biri insanlık dışı bir şey yaptı. ve şimdi bambaşka biri tam tersi bı hareketle karşımda. Bursa' da gideceğim eve kadar bıraktı beni sevgilisiyle.



Ben bugün de ağladım. Bazen çok korkunç dünya. İçimdeki merhametin kaybolmasından korktum, ağladım. Ama şimdi... Sadece cüzdan kaybettim ben; ama bi yandan nasıl mutlu oldum. Ne cok insan aradı beni, sevdi beni, üzüldü benim kadar.

Ve bugün dedim ki gözyaşları içindeyken ben, çok sevdiğim bir arkadaşıma: o kadar duygulandım ki, çok sağlam insanlar var etrafımda ve varlıkları beni güçlü kılıyor. o da dedi ki bana: sen bu kadar sağlam bir insan olduğun için onlar sağlam ve varlar ayşe. sen hep gül ayşe, sen hep gül... son gözyaşım sağlam dostlarım, arkadaşlarım için aktı. Teşekkürler...

p.s: tüm pislik heriflere, insanların gözyaşlarını akıtıp, hayallerinin seyriyle oynayanlara sex ve seyahat dolu bir mesajım var: S*ktir Git !

coming soon :) olimpos tatili
avcılarda denize nazır türk gecesi
LBD

Keyifle.

Eylül 25, 2010

playlİSTanbuljazzMavİSTanbuljazz




Çok mutlu, çok keyifli, çok şanslı, çok güzelim:) bugün :). Sanki tüm gün bulutların üstündeydim. beyaz yumuk yumuk bulutları, parlayan güneşi, yıldızları seviyorum. Farkettim ki, ben gökyüzünü seviyorum.

Sabah 6 da eve girdim, deliler gibi dans etmiş, içmiş, geceyi kapatmıştım Beyoğlu' nda. Ah beyoğlu... Gece. Gündüz. Aklımı başımdan alan, tutkulu anlar yaşatan, hayata her defasında bağlayan, gözyaşlarımı kendime saklatmayan Beyoğlu, kimin oğlu?

6' da uyudum ya bu sabah, kalktığımda sarhoştum hala; çünkü yine sabah 9 da uyandım. güzel bir duş alıp yorgunluğumu su damlalarıyla gönderdim uzaklara. Yeni güne az uyku ama bol keyifle hazırdım ve attım kendimi sokaklara.

Simit+ peynir+ domates+ çay+ muhabbet= güzel günün play tuşu sanki :)ardından Akbanksanatın Mavijeans ile yaptığı atölyeye rezervasyon yaptırmış biricik arkadaşım, ona gittik. kapıda bekliyoruz, 25 kişiyiz. Olay şu ki, tişört tasarlayacagız, tema; istanbul ve caz. Kapıda bekliyoruz, insanları dinliyorum usulca. Herkes tasarımını kurmuş, içeriye girip başlayınca ne yapacağını biliyor. Bense ilham perisinin beni içeride bulacagına inanıyorum. Zaten Sevda sadece gel dedi, sadece gittim. Sevdam gel derse bana, sorgusuz sualsiz giderim her yere. Sadece tişört tasarlayacagız, kafa dağıtacagız diye düşünüyordum. Evet böyle oldu zaten, ama ek olarak şunu söylemeliyim: En çok beğenilen tasarımı mavijeans tişörtlere bastıracakmış.

Girdik içeriye, sade, ferah bir oda. Masaya oturduk. Önümüzde tişörtler, boncuklar boyalar, pullar, iğne- iplik, kagıt, kalem, fiyonk... Fonda klasik müzik. Ah tanrım cennete düşmüş gibiydim. Bir de ben kırtasiyeleri de çok severim. 2 saatimiz vardı, kendi düşümüzü sergilemek için. Biraz gezindim önce, karaladım kagıda birkaç bir şey, bir baktım gelmiş omzuma ilham perim. Benim tişörtüm beni anlatmalıydı; renkli, zengin, duru olmalı ve aşk kokmalıydı. Ah ne keyifli ve çabuk geçti o 2 saat. Bizden önce katılan bi ekip daha vardı, onların tasarımları arkamızdaki iplere asılıydı, biz de astık eserlerimizi, isimlerimizi iliştirdikten sonra. Gerçekten çok çok çok güzel tasarımlar vardı, tişörtleri resmen tablo gibi kullanıp boyaları adeta seviştiren çalışmalara hayran kaldım. Aklımız tişörtlerimizde kaldı, orada bıraktık kendimize şans dileyip.

Sonra yemek yedik ve yavas yavaş demlendik. Gün ışıgına elveda diyip, ay ışıgına gülümsedik.

Ve ben bugün çok sanslıydım. Mükemmel bir dostum vardı yanımda, ki o hep var. Evime 5 dakika uzaklıktaki klinikte, bir psikologun yanında staja başlayacağım haberini aldım. Eve geldiğimde maillerime baktım, yer almak istediğim bir projeden kabul maili gelmiş, kardeşini seç( www.kardesinisec.com) kampanyasında istegim onaylanmış, haftaya Olimposa gidiyorum... Oh mis :)

Ne dilemiştim geçtiğimiz haftanın başında?- bir planım yok, bildiğim bir şey de yok; ama bu hafta çok güzel olacak. Bir planım yoktu ama isteyince her şey güzel olacaktı, olurdu, oldu...

Eylül 24, 2010

... olmak ya da olmamak mı olmuş tüm mesele?

Seven in İstanbul, in Turkish. bugünün etkinliği buydu. Gerçi dün gece öyle bir gece geçirdim ki, tüm haftaya bedeldi; lakin sabah çok güzel uyandım çabuk toparladım. efendim şöyle ki, nuri alço' yu fazla kaçırmışım( 1 şişe kadar :) ), tek hatırladığım bu, ha bi de gece nasılsam baştan aşağı aynı kostümle uyandım sabah, blazer ceketim de dahil :)

Seven, yedi kadın hakları savaşçısı kadınla yapılan röportajlara dayalı bir dokümanter tiyatro yapıtı.

Bu kadınların yedisi de özgürlük ve adalet uğruna imkansızı başarmış kadınların öyküsü. Yedi tanınmış kültür profili sahne alarak bu kadınlara ses verdiler (Lale Mansur, Ece Temelkuran, Füsun Demirel, Zeynep Eronat, Şevval Sam,Fethiye Çetin,Belçim Bilgin Erdoğan).

Yedi, insan hakları konusunda angajman yaratmaya ve aynı cesaretteki daha çok kadını gerçekliğini paylaşmaya çağıran bir oyun.

Metin çok güzeldi. Şimdi aklımda şu replik kaldı oyundan: ' insan hakları, çok iyi saklanmış bir sır mı?'

proje çok anlamlı, gerekli ve başarılı gerçekten; ama bence eksik yanları vardı. Öncelikle sanki tiyatro okuma provası tadı çok yoğundu, bi ara esner gibi oldum açıkcası. ben biraz daha görsel yatırım bekliyordum. Oysa ne oldu? 7 tane başarılı kadın yan yana, sandalyeye oturdular, hepsi siyah giymiş, arkadaki perde de siyah idi, metni okudular. Dertlerini anlattılar eyvallah, ama olaydı bi kaç aksiyon o siyah perdenin üstünde, eminim daha çarpıcı olurdu her şey.

ordan çıkınca istiklalde bi kahve molası, ama bu kahve molası neredeyse iş toplantısına döndü:) yakında yeni projelerdeyim :)

eve geldim, evimin diğer hatunları internetten dizi izliyorlardı: ' Fatmagülün suçu ne? ' Pek dizi kültürüm yoktur açıkcası, yabancı dizi izliyorum genelde, ama o da düzenli değil. Oturdum izledim biraz,sinirlendim kalktım sonra. Fatmagül köyde yaşayan bir genç kız, nişanlanmış köyün yağız delikanlısıyla. Nişanlısı çalışmak için bi yere gitmiş, kıza zengin şehir piçleri tecavüz etmiş. sonra olayı inceliyor polis, olay yerinde. Tam bu kısımda geçtim ekran başına ve gördüklerim sinirlendirdi beni. Kızın kaynanası olacak kadın; oğluma ben bunu nasıl söylerim, nişanlın kirlendi nasıl derim, diye feryat ediyordu, herkes bin perişan; ama kimsenin tecavüze uğramış kızı, kızın ruhundaki yarayı, red edilişini, kendi suçu olmadığı halde kendini cezalandırılacağını düşündüğü yok. yok namusumuz kirlendi, nasıl bakarız insanların yüzüne?! Ne bencilce bir tutumdur bu!

Tabi türk dizisinin gidişatı belli; nişanlısı red edecek, köy ahalisi kıza uzaylı gibi bakacak, ailesi bile pislik gibi davranacak. Niye? Çünkü; bir kere bekaret gitti ya, artık o zar denen şey yok hani!!! Aman tanrım ya, insanları böyle değerlendirmek ne korkunç. asıl zar, bu zihniyetteki insanlarin beyinleri ve ruhları arasında ki, o da çok kalın bir zor olsa gerek yıllarca delinemeyip de içeriye gün ışığı alamayan.

Bakire, ' olmak ya da olmamak; işte bütün mesele bu' mu dur?? Kaç kitap yazılır bu söze ve neler anlatılır sayfalarca, sayfalarca farklı konu üzerine...

olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu.
düşüncelerimizin katlanması mı güzel,
zalim kaderin yumruklarına,oklarına?
yoksa diretip bela denizlerine karşı
"dur,yeter" demesi mi?
ölmek,uyumak sadece.
ama düşünün ki,uykuda düş görebilir insan!
işte bu kötü.
çünkü ölüm uykusunda,
şu fani bedenden sıyrılıp çıktığımızda,
göreceğimiz rüyalar bizi duraksatır ister-istemez.
yoksa kim katlanırdı zamanın kırbaçlarına,küfürlerine,
zorbanın haksızlığına,kibirli adamın hakaretine?
hor görülen,aşkın acıların,adaletin gecikmesine,
devlet görevlisinin kendini bilmezliğine;
sabırla bekleyen erdemli kişinin,
değersiz insanlardan gördüğü muameleye,
yalın bir hançer darbesiyle hesabı kesilecekken?
kim katlanırdı,bu yorgun yaşamın yükü altında
hormurdanıp terlemeye,
ölümden sonraki bir şeyin korkusu olmasaydı!
sınırlarını geçenin bir daha dönmediği,
o bilinmez ülkenin korkusu kafamızı karıştırıp
bizleri,tanımadığımız dertlere koşup gitmektense,
başımızdakilere katlanmak zorunda bırakmasaydı?
işte bunları düşündükçe
ödlek olup çıkıyoruz hepimiz,
ve işte böyle kararlılığın doğal rengi,
endişenin soluk gölgesiyle bozuluyor;
bulutları hedef alan büyük ve iddialı atılımlar
bu yüzden yörüngesinden sapıyor
ve bir girişim olmaktan çıkıyor adları.

(bkz.: william shakespeare)

Eylül 22, 2010

an parçaları...

14 Eylül 2010/ sabiha gökçen havaalanı
saat: 06.15



Adana' ya gidiyorum. Gülşah yanımda şimdi, bindiğimiz anda uyudu, uçaktayız.
tüm kış heyecanla beklediğim yaz geldi; anlamadan, tadına varmadan geçti...

...

Ve şimdi çok güçlüyüm, bir yandan da çok zayıf.
çok kazancım oldu belki, ama ya kaybettiklerim?
şimdi tatil mi başlıyor; yoksa yeni bir maraton mu?
uçak havalanıyor, işte bunu seviyorum...

ayşe
-----

22 Eylül 2010/ Beşiktaş
saat: 19.58

iki adam konusuyor yanımda:

x: abi sence anladı mı yalan söylediğimi?
y: kesin anladı!
x: ne yapmalıyım sence?
y: gönlünü almalısın.

ayşe: inanmak ve güvenmek tekrardan denenebilir mi?
----

birkaç keyif önce/ keyifli bir köşe
saat: önemi yoktu, bilmiyordum da

* : nasıl hissediyorsun?
# : kendimi bulmuş gibi, hem de kaybetmiş...
----

yeni bir şey öğrendim, pek hoşuma gitti ;)

"gay" kelime anlaminin "mutlu,keyifli" manasina geldiğini, tam olarak tercih ettikleri ruha sahip olmanin hazzini doyasiya yasadiklari icindir "gay" ile isimlendirilmelerinin nedeni ;-)))

Eylül 21, 2010

gülerken boğazıma rüzgar kaçtı bugün :)



..... veeeee okullar açıldı!!!! aman tanrım nasıl geçti 4 yıl?( fonda, nasıl geçti habersiz adlı müsiki eserimiz çalsın:) )ayşe yıldız okul sahalarında boy göstermeye başladı,o kadar düzenli gidiyorum ki son 2 gündür okula (evet okul dün açıldı, 2 gündür çok istikrarlıyım, başarımın devamını diliyorum:) ) bugün ama fenaydı, dün gece 2 civarı yattım, sabah 8 de kalktım. Aklımda okuldaki 'ailede ensestüel' konferansına her zamanki şıklığımla :) gittim. Baktım, ortalık bi sakin. hayır dedim içimden, çanlar kimin için çalıyor? evet ayşe senin için! acı gerçekle karşılaştım, aslında tam 1 ay sonrasındaymış konferans. hangi kafadaydım acaba konferans tarihini not alırken ajandama :)

çok sevdiğim hocam dedi ki, ayşecim git evine yat, hava zaten fena!!!! ta ta ta tammm! birden çok cazip geldi bir an, ama kısa bir andı :) yok dedim, olmaz dedim, hadi ayşe kalk git işine, takıl dedim.

keyif eşlikçilerimden birine bi telefon, buğulu bir ses karşıladı beni, u beybi :) hadi dedim, sabah kahvesi... hooppp onu beklerken taksim meydandaki sahaflara gittim. Çok güzel şeyler aldım, vakit nasıl geçti anlamadım, param da bitme sinyalini verdi, tüm gün dışarıda olacaktım, kartımın limiti doldmuştu, hesap kartım kaybolmuş ve banka hala yenisini göndermemişti!!!!! bi an bi panik oldum; ama kısa bir an :) param yoktu ama keyfim vardı, sonra bedava içeçek kuponum vardı, yemeklerde indirim vardı, oh mis :)

daimi gündüz mekanlarımızdan galatasaray neroda takıldık, konuştuk, gülüştük. yahu, bu hatun kısmında muhabbet hiç mi bitmez? bitmez :)

bir ölçek yaramaz, göz kararı zibidi, çok tatlı kaşığı keyifli hissediyorum şimdi. bunları kocaman bir kaba koyup kulak memesi kıvamına gelinceye kadar karıştırınca ortaya güzel planlar çıkıyor :) mesela bu hafta sonu çok güzel olacak( evet, secret:) ) ama henüz bi plan program yok. ha derseniz ki mükemmel bi fikrim var, tam senlik ayşe.... evlere şenlik o zaman, neden olmasın??? bana hergün cumartesi kafası...

günün şarkısı---> nazan öncel- sokak kızı
şarkının şurası fena: ben sokak kızıyaaıııaıaımmmmmmmm :D


keyifle...

Eylül 18, 2010



tam 1 senelik aradan sonra Adanada' ydım. bu sabah geldim, şaşalı bir geliş oldu; anlatayım :) inanılmaz şekilde aralıksız( neredeyse) uyudum tüm yol boyunca( adana- istanbul 12 saat. buna inanamazken birazdan evde olacagımın ve ılık duşun, cici bebe- süt- uyku üçlemesinin hayallerine dalarken, uykuya da dalmıştım ki, ani bir fren sesiyle kendime geldim. anadolu yakasından avrupaya geçerken, köprüde kaza yaptı bizim otobüs. sadece biizm otobüs değildi zincirleme bir zerdeniş söz konusu. şoförler indi, kavga moduna girildi derken karşı şeritte yeni bir kaza oldu. onlar da bizim kazayı izlerken kaza yaptılar.Yurdum insanı! e be kardeşim bak-geç di mi, inceden inceden süzersen öyle olacağı bu!!! aldı beni bir sinir, 16 saate cıktı yolculuğum, aktarma yaptılar derken henüz eve geldim ama kendime gelebilmiş değilim.

hadi güzel şeylerden bahsedelim. adanada son 1 yıldır değişen tek şey, metronun sonunda ulaşıma açılması olmuş. metronun insaatı atıldığında ilkokul 5. sınıf idim, metro kullanıma acıldı ve bu sene üniversite bitiyor!!!!
ve değişmeyen ama bu değişmezliğin hoşuma gittiği konuya gelince: gazipaşada kazım büfenin hemen karşısında yılların bici bicicisi( yazması zor oldu :) )celal usta ve sonrasında yediğimiz adana kebap beni benden aldı desem... celal usta yılların bici bici ustasıdır, hayranları, takipçileri, facebookta sayfası bilem vardır :) bici bici adanaya has yaz tatlısıdır, hafiftir, serinletir. çocukken, bici bici yapmayı banyo yapmak anlamında kullanırdık. bu tatlıyı bilmeyenlere bici biciyi sorsak belki benim gibi çocukluk deyimlerine başvururlar. yukarıda görüldüğü gibi, ikisi çookkkkk farklı ama ortak yanları ne? keyif verir, serinletir :) farklı şekilde tadı çıka çıka yenir. yanında kaşık, pipet, pudra şekeriyle ikram edilir.

kebaba gelecek olursak, neden özellikle adana kebabı Adana' da yeme taraftarıyım? çünküüüüüü, başka hiç bi yerde sen söylemedikçe, masa çeşitli salatalarla donanmaz. arkadasım; adana kebap dediğin nimetin yanına pilav filan konulmaz, yanından şalgamı eksik olmaz :) :)

buram buram adana koktu bu yazı :)

keyifle...

Eylül 09, 2010

vanilya kokulu bayram :)


sabahın erken saatlerinde bayram mesajları gelmeye başladı ki hala da geliyor. dün işte istifamı bastım. aslında canımı sıktılar, kimseye bir şey söylemeden çantamı aldım çıktım, pek havalı oldu :)ama sinirden çok ağladım dün, gözlerimi hiç bu kadar kırmızı görmemiştim ağlamaktan. sonra Sevdam geldi yanıma, aradım ve gel dedim sadece. hiç bir şey sormadan geldi. bu yüzden çok seviyorum, o kadar seviyorum. bir kaç dostum daha var böyle; sebepsiz, yargısız, sualsiz yanımda olabilen. bu durum huzurlu hissettiriyor beni. hiç bir şey olmasa d,a konuşmasınlar hatta, yalnızca yanımda olmaları yetiyor. zaten konusamadım ben de dün. çok sinirli olduğumda, bu sinir beni ağlatacak seviyeye gelmişse, toparlayıp anlatamam olanları, boğazım düğümlenir, gözlerimden hızla dökülür incilerim. işte ben incilerimi beyoğluna dökerken usulca, kendimizi asmalı'da güzel bi terasta bulduk, ardından küçük beyoğlu derken, beyoğlu sokaklarında bir arife günü, kafalarımız güzel, gözlerimizde artık gülmekten gelen inciler...

aslında bayram sabahımı anlatacaktım ben. Gülşah kalktı markete gitti, koca evde ikimiz, bir bayram sabahına uyandık bugün. arkadaşlarımın çoğu ailesinin yanında. bizimkileri de aradık tabii; ama bu evde, bugün, birbirimizin ailesi olduk. gülşah bana minicik kavanozda şokella almış, bayram hediyesi :) pek hoşuma gitti, bayram harçlığını verdim :) gerçekten verdim, ama çok güldük. fonda michael jackson- billie jean çalıyor, biz bayramdan sahnelerle salonun ortasında :)

ramazan geçti ama ruhu yoktu zaten. ramazan diyince havanın 5'te kararması, sofrada mercimek çorbası olması, erkenden uykumun gelmesi, ailemin yanımda olması gerekir... yani bu zamana kadar böyle oldu. ben ramazanda alkol almam aslında, sebebi çok derin, tartışmaya çok açık, uzun vs... ama bu sefer çok olmasa da içtim. ama içim rahat benim, oruç tutup ağzı küfürlüden, gözü başkasının malında olan da olmadım.

ve adı bayram sabahı bu günün, belki adındandır, belki şokellanın tadından, çok keyifliyim... eğer tadım olsaydı bugün ve de kokum, vanilya olurdu...

iyi bayramlar.
keyifle...

Ağustos 31, 2010

Dikkat! bu bir keyif projesidir; katılın keyif alın!



metroda, sokakta,cafede, taksimde, tünelde, galatada, otobüste, tramvayda, orda burda her yerde... bir yerlerde, bi kitap çıkarsa karşına, al bak, bakmakla kalma, senin olsun. farklıdır bu kitap diğerlerinden. benim olmadı, senin de olmayacak; ama bizim olacak.

az sayfalı, bol keyifli kitaplar seçtim. üzerinde birçok el olacak, ten olacak, anıları saklayacak, bu kitap hepimizden şanslı olacak. biz kimseyi tanımazken, o herkesi bulacak, merak ediyorum nerelere konuk; nelere konu olacak?

ve ben bi kitap okudum, notlar yazdım içine, bıraktım istanbul'un bi köşesine. bakalım kitap kimi bulacak?

takipte kalın :)


keyifle...

Ağustos 30, 2010

fransız sokağına fransız kaldım, tabii adı değişmiş sonrasında cezayir olmuş ama çelişkilerle dolu. bu kısım aklınızda kalsın daha sonra daha uzun bi açıklama ile karşınızda olacağım, en azından şimdi öyle planladım. yazarım dediklerimi yazıyo muyum?- hayır:) çünkü yeni şeyler dönüyor aklımda.

son 1buçuk aydır uzun uzun mesai saatleri alıyor günümü, almıyor aslında sömürmek sevmediğim fakat buraya daha uygun olacak bi kelime. şimdi çevremdekilere bakınca, kalanlar bu şekilde çalışmaya devam edecekler. başka hiçbir şey yapmaya izin vermeyecek bir işte çalışma fikri bile tüylerimi diken diken yapıyor. gideceğimi bilmek güzel.

gel gelelim benim takık kelimelerime. sıradaki, çalışma hayatında tatil gününü işaretleyen 'off' günü. ne demek ya off günü? off denilen sözcük makinaların üzerinde yer alır; basarsın, çalışmaya son verir! insanları makinalaştırmak niye?

geçen gün 3 yaşında bi kız çocuğuyla sohbet ettik-Nisan adı-. Güzelliğini neye borçlusun dedim, aydedeye dedi :) nasıl yani dedim; yatmadan önce bakıyorum ya, o beni güzelleştiriyor dedi :) ne tatlı, güzeldi Nisan da aydede kadar. Bşka bi adam dedi ki sonra bana; neden çocukları bu kadar çok seviyorsun? soruya gel ya! yetişkinleri çok sevmekten çok daha mantıklı çünkü!

geçen kızlarla toplandık, özlemişim bu toplantıları. devir değişmiş arkadaşım! her şey farklı işliyor artık...

aşk hayatına gelince:) hep karışık, ayşe buna alışık :) ama sıkıldım kısırdöngülerden...

kaplumbağalar futbol oynasa, maçtan sonra yavaş çekim gol özetleri verilse... ne komik, sonrasında sıkıcı olur. sahi o zaman maçlar, özetleriyle birlikte ne kadar sürer ?:)

tüm kış mevsimi, yazın gelmesini bekledim; geldi, geçti, gitmek üzere, hüzünlüyüm...

tatil beldesi arıyorum; denizi güzel, sakin ama geceleri eğlenceli, ayaklarım denizle temas ederken rakı masasında olabileceğim... mojito da olur :)



keyifle...

Temmuz 15, 2010

başıma gelen en güzel aşk hikayesi...

Hakan Ali İnce… Gündüz 3 buçuk civarı, hava sıcak, buz gibi içeceklerimizle Galatasaray’ daki Nero’ da oturuyoruz dışarıda. Bi sandalyeye oturmuş, diğerine ayaklarımı uzatmış, sohbet akıp giderken bi yandan da gelene geçene bakıyorum. Bi kız arkadaşımın eski erkek arkadaşıyla problemi var, çözüm için kafa patlatıyoruz, bi yandan da erkeklerin yeri gelince nasıl kibar şeker vs. olduklarını, bazense tanınmayacak kadar kabalaştıklarını konuşurken biri dokunuyor koluma ve dönünce karşılaştığım soru şu: ‘ Siz hiç aşık oldunuz mu?’ o kavrulan havada soğuk bir rüzgar çarptı o an sanki yüzüme, öyle kaldım. ‘E şey aslında oldum sandım ama emin de değilim kem küm ııı mııı( sanki konuşmayı yeni öğreniyormuş gibi, ağzımdan çıkanları anlamadım ben bile)’. Masaya davet ettim yakışıklıyı, anlatmaya başladı ama hiçbir şey hatırlamıyorum ve anlamadım da zaten. Ben hiç konuşmadım neredeyse, hep o anlattı, belli ki derdi vardı. Masada üç hatun kalakaldık öyle, pür dikkat dinliyoruz. Sonra sordum, sen kime aşık oldun diye, size aşık oldum, dedi. Kaldım öylece ama pek bi hoşuma gitti. Pek hoşuma gitti çünkü samimiydi, gerçekti, belki yalandı, anlamını bilmiyordu ama inandım. Hakan Ali İnce’ ye inandım çünkü henüz 4 yaşındaydı… Annesi geldi, hadi hakancım gidelim, dedi. Ters taktığı şapkasını çıkardı, düz taktı. Böyle çok yakışıklı oldun, dedim. Böyle mi dedi, evet dedim. Sonra iki eliyle tuttu çekti beni kendine, öptü ve gitti…

Bir daha böyle saf ve gerçek bir aşk ilanı alır mıyım? İnanması güç…

Keyifle...

blogcan :)


Bebek’ teki Nero’nun 1. Katında denize bakan masaya oturun, beni daha çok seveceksiniz:) tam da evimdeyim hissi, sırtınızı dönün diger masalara, ayaklarınızı koltuğun yandaki ıvır zıvırından( kol koyduğumuz yerin adı her neyse artık) sallandırın, önünüzde mor menekşe, karşınızda İstanbul… Semalara dalın, hayal kurun, kitap okuyun, ha aşka mı geldiniz? öpüşün :)
Çok güzel bi hayalim var, hayalimiz var kardeşimle kurduğumuz. Evet bunu yapmam lazım. Ne olduğunu söyleyemem gerçekten, çünkü yeni bi proje ve çok heyecanlıyım, kıpır kıpırım bu hayal için, şayet ki oldu, çok duyacaksınız adımı :)
Roland güzel bi kare yakaladı, yanımdaki Gülşah, kardeşim, ortanca olanı. Aaa bi şey aklıma geldi, ortanca diye bi çiçek var, pek de sever Gülşah :)
Playlistimin kralı şu sıralar- RHCP ---> Suck my kiss.

Gülşah’ la otururken ‘artık bitsin’ listesi yaptık. Bi kaçı şöyle:
*hey bayanlar, beyaz atlet, altına uzun etek, beyaz converse ayakkabı! Yapmayın n’olur .
*beyler, gece kulübüne giderken ayşe teyzenin yıkadığı beyaz gömlek, solaryumlu ten( tanrım bunu görmeye katlanamıyorum), cool olmaya çalışan ama hatun arayan bakışlar! Bitsinnnnnnn!!!!
*sanki son görüşmesi filanmış gibi sevgililerin her daim sarmaş dolaş olması! Hayır abi, yol zaten sıkış sıkış 2 dakika bırakın ellerinizi de geçelim ya!
*tv’ deki 11880 reklamı.
*küçük veletlerin elinde çok pahalı cep telefonları görmek de hoşuma gitmiyor.
*bizim alt komşunun şikayetleri :)
* keşke yazsaymışım, unuttum :) sizin eklemek istedikleriniz?
Ha bi de, Cuma günü nasıl yağmur vardı, asmalı mescitte oturacak 2 kişilik yeri zor bulduk. Bu ne ya, sandım ki hani hava fena millet evinde takılıyordur, ya da haftasonu geldi ya kaçamak yapıyodur İstanbul ahalisi. Nerdeeeeeeee! Bi de şöyle bir psikoloji mevcut, kalabalık nerdeyse orda oturmak istiyor millet, ne yiyip içtiği azıcık umrunda değil, yeter ki eksik olmasın oradan. Hele bi tanesi dışarıda masada oturuyor, deli yağmur var, oturduğu yerde şemsiyesini açmış! Diceksiniz ki mağdem öyle kalabalık, senin ne işin var? Bileydimmmmmmmm, o kadar kalabalık olacağını :) valla en sakin mekana oturmaya çalıştım.
Aşk meşk yazıp duruyorum ya, ilişki filan istediğim yokmuş, kalbim artık zor atar olmuş, beni heyecanlandırmak da pek zahmetli olmuş!
Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar? Peki bu şimdi nerden çıkar :) şöyle bir açıklama getirmek istedim: yumurtadan çıkan ufaklığa zaten tavuk değil civciv diyoruz, büyüyünce tavuk oluyor; ancak yumurtanın tavuktan çıktığı doğrudur kanımca :) ne açıklama ama, dünya artık daha mı güzel :) Stendal, ‘ aşk üzerine’ kitabındaki makalelerini henüz 20 yaşında yazmış, kıskandım, sinir oldum! Güzelkadın- çirkin erkek ya da yakışıklı adam- çirkin kadın( aslında böyle demek isteemzdim, ama stendal demiş) neden bereber olur sorusunu cevaplamış bir kısımda stendal. Böyle çiftlerle karşılaşmışızdır, hatta ne buldu o kadında/ adamda anlamıyorum demişizdir. Cevabı şu standal’ ın: yakışıklı bi adam bir kadını sever ve sonrasında ayrılırlar bir şekilde, belki geçimsizlik belki ölüm. Daha sonra yeni biri çıkar karşısına, bu kişi çirkin olarak nitelendirdiğimiz. Adam aşık olur bu kadına. Neden? Eskiden hoşuna giden, güzel duyguları hatırlatan bir şey vardır bu çirkin kadında. Örneğin su çiçeğinden kalma bi yara, eski sevgilide de var belki, işte böyle güzelleşirmiş sevenin gözünde çirkinlik.
Nasrettin Hoca’ ya sormuşlar hiç aşık oldun mu diye:
- Bir kez samanlıkta oluyordum, üstümüze adam geldi.
:)öpüyorum…
PS: Öznurrrrrrr ve Aslıııııııııı saçlarınız çok güzel oldu :) Birbirinizi tanımasanız da aynı zaman diliminde yaptığınız radikal değişim pek bi cesaret verdi bana, yoksa bende miiiiiii? Yo yo, hayır :)

Keyifle…

Temmuz 10, 2010

erkek-silik ya da erk-eksilik

Bi daha sorsalar yine psikoloji okumak isterdim. Bölüm gerçekten de keyifli, öyle kalın kalın sıkıcı kitaplara pek nadir rastladım, zaten temelinde cinselliği barındıran bir konu ne kadar sıkıcı olabilir ki? Hadi kabul edelim, hepimiz seviyoruz cinselliğin konu edindiği satırı, dizeyi, kitabı. Bizim bölümün sınavlarına çalışmak hiç bi zaman çok kasmadı beni ( istisnalarım mevcut :)). Sınavlara hazırlanırken okuduğum kitaplar, gündelik hayatta da okumak için ele aldığım kitaplar aynı zamanda, ancak sınav zamanı okumaktan daha keyifli şimdilerde ele alış.

Blogumu takip edenleriniz varsa bilirler daha önceki paylaşımlarımdan, farklı kelimelere, ikilemelere takık durumdayım: kısa bir hatırlatma- yan yana ikilemesinin yan yana yazılamaması hüzünlendiriyor beni, çok aykırı geliyor bu bana :) kelime kökleriyle oynamaktan ve bunun üzerinden düşünceler dalmaktan, bu yeni düşüncelerin beni götürdüğü diyarlardan inesim gelmez çoğu zaman. Mesela bugün yolda yürürken( bu tür şeyleri ya yürürken çok düşünürüm ya da otobüste uzak İstanbul semalarına dalarken :) ), art niyet sözcüğü geldi aklıma. Niyetin ardındaki yani. Bunun ardından art-sanat çağrışımı çaktı, sonra sanatın içindeki bastırılmış cinsellik, bunun sanata yansıyışı, art niyetin ardındaki niyetten kastedilen de cinsellikle bağlantılı bi’ şekilde… of pof! Evet bazen yazdıklarım düşündüklerim kadar büyülü olmuyor, anlatım şeklini bulamıyorum kafamdaki düşsel bayramın.

Talat parman’ ın bağlam yayınlarından çıkan düş düşün -13 serisinden ‘psikanalitik denemeleri ‘ okuyorum. O kadar güzel ve okuması o kadar keyifli ki, okumak için psikoloji öğrencisi filan olmaya gerek yok. Bir çok şeyi paylaşacağım zaten bu kitaptan ama yukarıda bahsettiğim kelimeler, kelime kökleri üzerine olanı aktarıyorum ilk olarak:

‘‘Erkek sözcüğü ‘erk’ ten gelir: Erk-ek. Erk güç, iktidar demektir. Ancak burada bir de ‘ek’ vardır. Dilin dehası erkeği yalnızca erkle tanımlamamış yanına ‘ ek’ koymuştur. Öyleyse, bireyi erkek olmaya götüren yol yalnızca erkten değil eklerinden de geçecektir.
Erkeklik ise erkek olmak durumunu tanımlar. Erkek sözcüğünden türeyen erkeksilik ise tartışmalı bir sözcüktür, ancak bu sözcüğün yol açtığı çağrışım zenginliği ilginçtir. Bu sözcüğü ‘erk-eksilik’ ya da ‘erkek-silik’ olarak okumak olasıdır.

Erkek bedeni denildiğinde ise penis erke cinselliğinin tek simgesi olmuştur. Erkekte penis, erki ,gücü tasarımladığı kadar, öldürmeyi ve şiddeti deçağrıştıracaktır. Ancak bu noktada erkek kimliğinin çok önemli ögesi ‘ babalık’ unutulmuş olmaktadır. (…) Oysa, penis tek başına değildir, yanında testisler vardır. Testisler yalnızca erojen bölgeler olmakla kalmamakta erkekliğin en önemli işlevlerinden biri olan babalığı da sağlamaktadır. Penisin gönderme yaptığı fethedici, güçlü, meydan okuyan daha çok biyolojik erkek özelliğinin yanı sıra testisler toplumsal bağı, soyzincirini sağlayan özellikleri katarlar erkek olmaya. Bunlar aynı zamanda toplumsal nitelikler, yani mertlik, dürüstlük, güvenirlik demektir.’’
Konunun tamamına hakim olabilmek ve bağlantıları daha rahat kurabilmek için yeterli olmayabilir aktardıklarım. Alınız, okuyunuz :)

Ta ta ta tammmmmmmmmmmm! Gelecek yazıda bu blogta :):
* psikanaliz Irma’ nın ağzında başlamıştır.
*ağız ve meme ( kitaptan alıntılara devam :)
*tavuk mu yumurtada, yumurta mı tavuktan ?
Ha sözü filan yok bu konuları yazacağımın, kim bilir yeni şeyler takılır aklıma; ama konuşuruz belki bir kadehin şarabın yanında…
Sevdiğim söz sartre’ a ait: ‘’ Kendini vazgeçilmez gören kişi itin tekidir. ’’
Ve yorumsuz bir çift laf da Mark Twain’ e ait, neden böyle demiş, canı mı yanmış bilemem: ‘’ gerçek babasının kim olduğunu bilen Fransız şanslıdır. ’’
Keyifle kal, ben bunu yapıyor ve bunun için çabalıyor olacağım :)

Temmuz 06, 2010

PAZAR, CAZ, VAPUR VE İSTANBUL

Tek günlük de tatil olur muymuş? Bal gibi de olurmuş efendim! Öyle çok uzaklara gitmeye, tatilin en çok istanbul’ a dönüşünü seviyorum triplerine de gerek yok(muş), Pazar günü caz vapuru bunu fazlasıyla kanıtladı. Yaz ne güzel bi mevsimmiş, gün içinde neler yapılırmış, bi gün sanki 40(+) saatmiş hisleri dolaşıyordu vücudumda, tatlı bir yorgunlukla birlikte.

Sabah 11’ de kabataş’ta başladı caz vapuru keyfimiz, hava güzeldi, insanlar güzeldi ve gerçekten de kalabalıktı, vapurun 3 katını da dolaştık ve oturacak yer bulamadık, sonunda girilmez yazan bir yere girmiş, ayaklarımızı Kuruçeşme istikametine uzatmış, bi yandan caz dinliyor bi yandan 5 hatun ilişkiler üzerine caz yapıyorduk  sahi, bir sonuca bağlanamadığı ve ilişkiler genellemediği için birinden diğerine, hiç nokta koyulamıyor bu konuya. Deneyimler, tecrübeler, arzulananlar, arzulayanlar, keşkeler, iyi ki’ ler …
2 saatimiz bu şekilde güzel müzik dinleyerek ve sohbet ederek geçti, sonunda Anadolu kavağına geldik. Biraz dolaşınca çarşısında, sanki adalarda ya da küçük bir sahil kasabasındaymışız gibi hissettim. Aheste aheste karar vermeye çalışırken nereye otursak da biralarımızı yudumlasak diye, mekanlar dolmaya başlamıştı ve biz de kendimizi attık bi balıkçıya. 1 buçuk saatlik molanın nasıl geçtiği hakkında çok bi fikrim yok . Dönüş için vapura yöneldik, girilmez yazan köşemize girdik, biraz ağır akmaya başlamıştı sanki kanımız, çünkü bir şeyler atıştırmış, biralarımızı yudumlamış, güneşin altında biraz dolaşmış, tatlı rüzgardan nasibimizi almıştık. Caz ekibinin bizim olduğumuz kata gelmesiyle ve bizim de yerimizden kalkıp onlara yaklaşmamızla kanlarımız eski hızına kavuşup, deli akmaya başladı yeniden. Gerçekten de pek keyifliydi, Pazar neşesi her yerdeydi .
… ama ben yine de tatilin İstanbul’a dönüşünü seviyorum ;)
Yani, neymiş? Tatili tatil kılan, günü, mesafesi, süresi değil; sende oluşturduğu moduyMUŞ 
* Ayşe ve Aslı saksafon çalmak için derslere başlıyorMUŞ - Oh be sonunda !
*Birsen Tezer ne güzel bir albüm yapmış. Şarabın memnuniyetle eşlik etmek isteyeceği bi’ şi olmuş, tekrar tekrar dinlenme vakti gelMİŞ.
* Jehan Barbur Cuma geceleri, Cihangir Kaktüs’ te çıkıyorMUŞ, en yakın cumada gitmeye karar verilMİŞ.

Sevda’ ya…

Biz birbirimizde kaybettik önce birbirimizi, sonra bulmaya çalıştık yeniden kendimizi… Sonra ‘ben’de bi’ tutam ‘sen’ vardı, aslında eksik kalan bi’ yanım senle tamamlanmıştı. Eksildikçe tamamladık, kaybettikçe bulduk, her ne ise aradığımız… Ve sonra ‘biz’ oldu(k) … Biz olabilmemiz için sen olmuşsun vakti zamanında, bir yaz gecesi rüyasında… İyi ki de olmuşsun, yaş günün kutlu olsun…

Temmuz 01, 2010

tünel- galata- cihangirli bi' günden kalanlar

İstanbul' da yaşadığıma inandırsın biri lütfen beni lakin temmuz vakti yağan bu yağmuru kabullenmem inan ki çok zor. sabah hava kötü olsa bile, babetlerimi giymeme engel olmuyor bu durum ama sonra yer yer ıslak, geri kalanım ve bazen keyfim parçalı bulutlu :)hooppppp yağmurlu havada güzel bir kahve, iki hoş sohbet, bir deli telaş ve gülücük yine tüm yüzümde.


Evet, yine böylesi bir gündü. incecik elbiselerle çıkılmış, bi güzel yağmura yakalanmış ama çay/ kahve- sohbet ikilisini de kaçırmamıştım. her şeyden söz açılmışken, hep daha fazla söyleyeceği oluyor insanın ikili ilişkiler söz konusu olunca. ara kaçamaklar keyifli, flörtler güzel ama aşk denilen şey her ne ise bundan beklentim çok farklı sanırım. ne bekliyorsun desen, onun da cevabını biliyor değilim. sanki bunu cevaplamam için çokkkkkk büyümem lazım çokkkkk. hani çok zaman sonra geriye dönüp bakınca mı kıyaslarım ve 'ha x ile yaşadığım aşkmış o zamanlar' derim bilemiyorum. bi arkadaşım dedi ki; ' aslında aşk öyle herkesi buluveren bir şey değil, insanlar yaşadıklarının aşk olduğunu sanıp kendilerini kandırıyorlar ama biz kandırmayınca kendimizi, aşk diye etiketlemek çokkkk zor geliyor bize.' çevremde örneleri var bunların, yani 1 gün sesini duymayınca/onu görmeyince, bi karış daha giydiğinde kıskançlık kıyametleri kopunca, aptalca nedenlerden kavgasız gün geçmiyorsa, ilişkiye taktikler yön veriyorsa, bu ihtiras dolu bir aşk mı oluyor? hadi ordan canım, bende eksik olsun böyleyse...

Bir yerlerde yanlış yapıyormuşum gibi geliyor bazen, içten/samimi direkt olmak neden kazandırmadı bana ilişkilerde bilmiyorum, bunun farkındayım o ayrı ama böyle davranmamı değiştirmicek bu farkındalık. eğer aramak istersen neden aramayacaksın ki, benim aramam benden bir şeyler mi götürür? kaçan kovalanır derler ya, kaçıp kaçıp izini kaybettirecek duruma neden getirir insan bu durumları? Sonra bi de erkeklerde şu var: bi bayanla bir şeyler yaşıyor, paylaşıyor sonra bir suçluluk, sorumluluk almaktan korkma, bi sessizlik bi dinginlik, soru sormaktan korkma... pek bi komik gelir bu durum çünkü çok çok modern görünen ve açık fikirli olduğunu savunan bir çok kişinin tutucu bir yanı oluyor toplumda. kadınların sırf keyif, arzu doğrultusunda sorgusuzca, bir sonrakini düşünmeden hareket edebileceğine hazır değiliz sanırım. bu yüzden hala erkek aldatır, çünkü o erkek; ama kadın aldatamaz! ha ha ha canım öyle bir aldatır ki farkına varmazsın, zaten farkına varamadığın için aldatmadığını sanırsın :) kadınlar değil erkekler yalancıldır çoğu zaman, çünkü erkekler yalanı güzel söyleyemezler, söyleyemedikleri için yalancı konumuna düşerler zaten, güzel yalan söylese zaten ortaya çıkmaz dimi ama :) :) ?


Bu gün hep çok iyi insanlarla karşılaştım, pek hoşuma gitti. 3 hatun Leb-i Derya' ya gittik, şu sıralar çok yoğun yapılacaklar listem. elim kolum bi çok yerde. pek bi huzurlu keyifli bir mekan, çalışanları pek kibar... By Retro da bir başka durağımız oldu, yanımıza bir erkek arkadaş katıldığı için gözlerimizin onca şey içinde fıldır fıldır dönmesi çok sürmedi, bi kaç elbise denedikten sonra çıkmak zorunda kaldık erkek arkadaş açlıktan zaafiyet geçirmek üzereyken, Retro' nun çalışanları da insanı sıkboğaz etmeyen, biçok şey deneyip hiç bir şey almasan mırın kırın etmeyen kişiler, sahibi Hakan abi de saatlerce oturup kouştuğum, sohbeti pek tatlı, gönlü pek bi bol insan... Kıyafetlerin ücreti, Hakan abinin keyif durumuyla ters korelasyonda :)



* Noraj Jones-angel http://fizy.com/s/1039q4 dinleyiniz :)

Öperim...

Haziran 29, 2010

Keyifsin İstanbul!

istanbul güzel... istanbul çok güzel ama doğru yerden bakmasını biliyorsan. sabahın kör bi saatinde bir iş/güç görüşmesi için uyandım. taaaaa bağdat caddesine gidecektim, önce büyüdü gözümde yollar ve sabah kalabalığı. metrobuse binecektim ya, mecidiyeköyün o itici karmaşık hali canlanıverdi gözümün önünde. çıktım evden, kulağımda en zıpır parçalar, pazartesi sabahında haftaya gülümsedim çapkın çapkın. müzik güzelleştirir, değiştirir, dönüştürür. kalabalık, kalabalık gibi görünmedi gözüme sadece bir çok farklı insan gördüm. metrobüsle köprüden geçtim, uzaklara baktım, daldım. istanbul! güzelsin işte, zorsun bazen ama alırsın gönlümü, güzelliğin zorluğundan zaten. güçlü kılıyorsun beni ve de çapkın :)

Görüşme çıkışı kapıdaki yakışıklıyla karşılaşma; ve bi + puan daha gider pazartesiye:) Kardeşim geldi istanbula, erken geçtim eve, gün nasıl geçti anlamadım ama attık akşam serinliğinde kendimizi taksime. mangal keyfinde bi güzel adana yedik ama bi yere kadar güzel, adanada adana bi başka; özledim ezmesini, sofrasını, şalgamını. Neyse karınlar doydu, nevizadede biralarımızı yudumladık terasta, sonrasında kısa bir yürüyüş tünele aheste, tam tünel durağına yaklaşırken canlı müzik performansını duyduk ve sesin çağırdığı yere gittik, gördüğüm manzara pek keyifliydi. nostaljik tramvayın arkasına bi tane daha eklemişler ama arkadakinin içinde bi grup canlı performans sergiliyor, biraz durduktan sonra aynı şekilde tüm istiklali dolaştılar, öndeki vagonda yolcular arkada onlar :) ha bi de, tüm sokak çalgıcıları yann tiersen' den bişiler çalıyordu bugün, sözleşmişler gibi :) amelie' den kareler geçti aklımdan... pek keyifliydi, yaz coşkusunu çok güzel anlatıyordu. sonra her yerde festival, konser afişleri görmek de pek keyiflendirdi beni, caz festivali, pink martini ve yann tiersen konseri, opera festivali... temmuz dolu, çoşkulu, tatlı bir yorgunlukla geçecek...

Haziran 25, 2010

efesle nefes almak!

ya o değil de çalıştığın sınavın kötü geçmesi pek fena bi'şeymiş, bugun sezonun ilk ve son bütüne girdim ama dağıldım resmen. hani bi çok sınavda bellidir kesin çıkacak sorular, hoca bin kere anlatır derste, bilirsin onun sorulacağını da ezberlersin ya - en azından bu kez oyle yapmıstım ben-... gel gör ki sorular hayal kırıklığıydı, bi çok kişi ilk yarım saat sonra bıraktı sınavı ve cıktı. bu öğrenme dersi de öyle böyle değildir yani, efsane yani okulda. cuma gunu 15.30 da baslar her sene dersleri, bitiş saatleri yoktur, akşam 8 e kadar sürmüşlüğü var diyorlar ki ben bilmem en fazla 1 bucuk saat kalmışlığım var bu derste lakin oturamıyorum bı saatten fazla, dinleyemıyorum. bir kaç isim var ama hocalardan, saatlerce anlatsa dinlerim...

neyse sınav geçti, evdeyim şimdi, birazdan cıkacagım taksime, eve sarhoş dönmem muhtemel lakin tüm senenin yorgunluğu kaç fındık votkadan sonra geçer bilemiyorum. şimdi evdeyim dedim ya, sandiviçimi hazırladım, dark brown efesle nefes alıyorum sanki. dolapta çok zaman şarap, rakı, votka, likör fazlasıyla olmuştur nadiren bira içeriz ev ahaliis olarak lakin bu kahveli biralar pek bi güzel, şiddetle tavsiye edilir, tabi siz de tatlı içki seviyorsanız... üç nokta koymayı sevıyorum, nokta koyunca bitiverecekmiş gibi geliyor her şey...gece gelince mükemmel sinema sisteminden bir de film izlerim diyorum: başka dilde aşk! izlemekte geç kaldığım bir film, ama gece keyfini çıkaracağım... benim sinema sistemini merak eden, bi kerecik izleyelim diyen varsa :) bi poke yapsın, nişantaşında sinema gecesi düzenleyelim :)

öperim, nokta.

Haziran 24, 2010

Ben şarap içiyorum, doğrudur;
Aklı olan da beni haklı bulur:
İçeceğimi biliyordu Tanrı,
İçmezsem Tanrı yanılmış olur.


ömer hayyam

Haziran 23, 2010

Sabah... hayır sabah değil; sabahın körü- 05.45. delicesine yağan yağmur uyandırdı beni ve penceremden pervasızva girip tenimi okşayıp, sonra aynı bedeni aniden ürperten rüzgar... aylardan haziran ve güney sahillerinden kopup geleli saatler oldu sadece. bronz ten ve delice yağan yağmur, pek hoşuma gitti bu tezat. yağmurda uyumak güzel, gözüm kapalı, polar battaniyemi aradım el yordamıyla, daha sıkı sarıldım, uyumuşum :)

Anamurda' ydım son 10 gündür, sınavları bitirir bitirmez attım kendimi güneye. sakin bir tatil tam da dinlenme odaklı. kitap, deniz, güneş, burnumda güzel güneş kremi kokusu, tenimde tatlı rüzgar, kulağımda renkli şarkılar:)yolunuz düşerse Anamura, Anamurıum' u görmeden gelmeyin derim. zamamnında Bizans ve Selçuklu imparatrlukları hüküm sürmüş, yerleşke kalıntıları hala mevcut, o döneme ait tiyatro sahnesini, hamamı, su depolarını, evleri görmek mümkün hala. biraz yürüdükten sonra el değmemiş, neredeyse hala keşfedilmemiş gibi duran mükemmel deniz karşılıyor beni. hiç bu kadar yüzdüğümü hatırlamıyorum, zaten o kadar açılmışım ki bi ara kumsala ulaşamayacağımı düşündüm, 3 kişiydik ve bu sahile ulaşamama korkusu traji komik bir hal almış, hepimizi sarmıştı. hatta bi ara gülmekten yüzemedik, yatar pozisyona geçtik dinlenmek için :) karaya ulaşan bendim ilk :) anamur öyle bir yer ki tatil beldesi olmasına rağmen pazar günleri marketler kapalı, cumartesinden yapılıyor pazarın alışverişi... bi ara safaride gibi hissettim, evin önünde kocaman ağaçlar var ve bi gün annemle kahve keyfi yaparken, kaplumbağa da gördüm, sincap da, hemen yan tarafta civciv de. ama durun en dehşetini şimdi söyleyeceğim; yan komşunun bahçesi daha gösterişli ve çicekli, böcekli. komşunun küçük kızı çığlık attı, sonra öğrendik ki yılan görmüş!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!! tanrım!!!!! birden kalabalık oldu evin önü, kızın babası çıktı yılanı arıyor öldürmek için, bulamadı. sonra bizim üst komşumuz bayan, ayagında çizmeleri(bahçe çizmesi) elinde kürekle atıldı yeşilliklerin üzerine, heyt be dedim, anadolu kadını dedikleri bu olsa gerek dedim. bu arada annemle kalakalmıştık, o gün yılan yakalanamadı, gece zor uyudum ama diğer gün haberi geldi, öldürmüşler. Babam ısrarla o yılanın zehirli olmadığını söyledi, bir kaç kişiden daha duydum bunu ama benim türlerimin yönünü değiştirmesi için yılanın adı yeterdi dogrusu :)

Ve sonunda istanbul, yenilenmiş bir şekilde yeniden... yapmak istediklerimin ve yapmam gerekenlerin listesini yaptım, birbirleriyle yarışıyor ikisi de. çalışıp para kazanmak, staj, dil kursu, sosyal programlar, birkaç dergi görüşmeleri, aldığım kararları teoriden pratiğe geçirme çalışmaları yalnızca bu listedekilerin birkaçı.

okul hayatının getirdiklerinden ve rahatlığından acayip keyif alsam da, bitsin artık da der gibiyim. birkaç yere CV mi bıraktım iş ve staj için. okul bitecek ya seneye, seçim yapmam gerekiyor yöneleceğim temel alan için, o kadar çok şey var ki ilgimi çeken ve yapmak istediğim. sabah kalkıp, topuklu ayakkabılarımı giyip işime gitmek istiyorum, kendi param olsun, kendi emeğim, kendi arabam vs. şimdi tekrar okul dönemine dönersek, biliyorum ki özleyeceğim sırf hava soğuk ya da uykum var diye okula gitmeyişlerimi :) Eyyy çalışan ahali, aydınlat tecrübelerinle bu genci; iş yerinin şık duvarlarında yankılanıp heyecan yaratan topuk sesi mi, patronun sesi mi:) ya patron bensem :) O başka...

Hergün türk kahvesi bi ölçek eklemek demek keyf-i deryaya... ardından kapatılan faldan beklediklerim pek bi heyecanlandırır oldu beni. aşk yeniden, akdenizin tuzu gibi, aşk yeniden :) her şeye nispeten daha umutlu ve mutlu yaz ayları, daha neşeli, daha çoşkulu, daha ben. Yaz şarkıları bile bi başka, kaçtır sıla&ozan doğulu- alain delon'u dinliyorum, pek keyifli :)bir kaç parça daha var böylesi, keyfi yerine getiresi...

Keyife gittim, gelicem :)

Haziran 10, 2010

tutku... tut ki tuttu...


Buna ihtiyacım varmış uzun zaman sonra... uyanınca heyecanlanmaya :) Yaz gelince hep olur zaten bende bu, mutlu uyanırım ama bir de aşk kokusu alıyorsan...ne tatlı bir his bu. karşındakinden bir şey beklemesen bile- hoş ben neler neler bekliyorum :)- bunu hissetmek, hissedebilmek... güne uyanmak, ona uyanmak... kalbim atıyor ama bir başka bu kez.

su an yaptığım şeye de çok ihtiyacım varmış: kahve, çikolata, puro-teşekkür ederim, o kendini bilir- norah jones, ihmal ettiğim blogum... aslında ihmal etmedim, aklımdaydı hep, yazdım ama aktarmadım bazen...

zor bir dönem bugün öğlen son buldu gibi gibi, 'gibi', cünkü bütüm var, hiç bir zaman bu kadar mutluluk verici olmamıştı bütü beklemek. bütü beklemek aslında onu beklemek gibi:) evet, kendisi okuldan, gün ışığım gibi, şu an aptal gibi hissettim, şunları yazarken öyle bi sırıtmışım ki, dışardan kendime baktım güldüm bir de :) ha yoğun bi seneydi çünkü hem benim bölüm gerçekten kastı, derslere hiç giremedim. diceksin ki öğrencisin işin ne ? ama keyfi girmediğim de oldu kabul ediyorum da, başka önceliklerim de vardı, okulda biriktirdiklerinden fazlasını biriktiriyor bazen insan sokakta... bi yandandan yandal programım vardı paralel okuduğum, orda da epey kastılar... ama bitti işte bittiiiiiiiiiiii:) o kadar yoğundum ki şimdi 10 gunluk tatil nasıl iyi gelecek. Boş durmak bana göre değil, şikayet etsem de tatlı şikayetler, tatlı yoğunluk şikayetleri... staj bakıyorum şimdilerde insan kaynakları departmanlarından, hem de para kazanabılecegım dönemlik bir iş, herkese duyurulur :)

gözlerimi kapadım şimdi, 5 yıl sonrasını düşünüyorum. Ah norah, ne güzel söylüyorsun, norah candır :) 5 yıl sonra sabah kalkıyorum, topuklu ayakkabılarım, saçlarım ve evraklarım dosyalarım,insan kaynakları departmanım, ofise/şirkete gidiyorum (mu?); yoksa; kalkıyorum, iyi bir semtte klinik,çocuk gelişiyle ilgilenen uzman psikolog ayşe yıldız(mı)? yoksa, sabah kalkıyorum, hayır kalkmıyorum, 5 dakika daha :) evet karar veremıyorum, hoş karar da vermem gerekmıyor henuz, ama gelip gidiyor işte ara sıra...

tanrım bak yine takıldım ikilemelere ki hala aklıma gelir bazen, 'yan yana'. yan yana bile yan yana yazılmıyor, bu çok komik değil mi :)

valizimi topladım, geceyi bekliyorum. sabah adanaya iniyorum sonrasından emin değilim çünkü özledim bi yandan adanayı ama bir an önce anamura geçip, deniz kum güneş moduna da geçmek istiyorum. deniz kum güneş diyince kulağa güzel geliyor ama istanbul' dan ayrılmak hep hüzün veriyor bana...

sevdiceğim geldi aklıma :)belirsiz, amansız, bir adım ötesi, dönüşü olmayan yol başlasın istiyorum, alsın, sarsın, sevsin, üzsün istiyorum... aslında tüm değeri ben yükleyip fazla değerli kıldığım için kızıyorum kendime, bi yandan da mutlu ediyor beni, beni 'o'na katmak...

dün çok sevdiğim en çıtırından kız arkaşlarımdan birinin yazısını okudum, ayrılmış sevgilisinden, üzüldüm. hoş yalnız kaldı filan değil, elini sallasa ellisi. ama onlarınkisi bi güzel geliyordu bana, müzik gibiydi, yağmuru vardı ama gökkuşağını getiriyordu ardından, yani ben okudukça öyle hissediyordum. O bendim biraz, istekleri arzuları bendendi ve de bekledikleri. onun ilişkisi bitince benden de bir şeyler gitmiş, beklediklerim, istediklerim yarım kalmış gibi hissettim... ama sevdiceğim, seninle başka olsun, tutkumuz tutsun, yağmurda öpüşelim, kırlarda yeşerelim, gökkuşağından kayalım, sarhoş olalım, ağlayalım, hem anlattıklarım anladıklarım ol, hem anlatmadıklarım ve anlayamadıklarım... ama biz birbirimizde anlamlanalım...

şimdi gidiyorum ya, belki sen uykuda olursun, ben de uykun gibi gelirim, karşı koyamayacağın gibi. gidiyorum ya, özlemesi güzel...

Mart 21, 2010

sabah güzelce uyanınca, yataktan tek beden kalksam ama işler arttıkça, benden bir ben daha çıksa da işlerin bi' kısmıyla ilgilense, yatarken yine aynı ben olur muyum?
şu sıralar ilgilenmem gereken o kadar çok şey var ki, diceksin ki: - ayşecim, kasma, sırayla yaparsın,biri bitsin biri başlasın! işte bu öneriyle karşılaşınca düşünüyorum da, benim nazım kendime. aslında gayet de mutluyum bu koşturmacadan.
yine bir pazar gecesi... yarın sabah 8.30 da başlayacak yeni gün benim için. bi bakalım neler var haftalık planda: * psikoloji kulubü toplantısı ( başkan oldum da:))
* haftanın 3 günü okul sonrası iş
* AGM2010- nisandaki kongre koşuşturmaları
* yandal dersim
* bakırköydeki şizofreni hastamla görüşme
* üstün zekalılar öğretmenliği/ uygulamalı staj
* latin dansları derslerim
* rağmen söyleşileri
* kulüp yemeği
* erasmus sınavına çalışabilme çalışmaları...
tanrım! bu liste uzayabilir lakin buada sonlandırmak istiyorum. bu ' lakin' kelimesini de seviyorum, biranda beni türk filmlerine götürüyor: ' seni seviyorum ferit, lakin beybabam bu birlikteiği onaylamıyor.' :)
aslında uzun zamandır yazamamamın sebebi, bu yoğunluk. hayatımda ilk defa ajanda aldım kendime ve çantamdan eksik olmuyor hiç, ne muhteşem bir icatmış :)
beni bloguma giriş yaptıran konu da, üstün zekalılar yandal programı çerçevesinde, cuma günleri 2 saat uygulamalı stajımda karşılaştıklarım/öğrendiklerim. ilkokul 2. sınıf öğrencilerinin dersine giriyorum ve çocukları çok seviyorum. 'öğretmenim öğretmenim' diye sarılıyorlar, özlediklerini ifade ediyorlar ya kendilerince, pek hoşuma gidiyor. o kadar çok şey öğreniyorum ki onlardan ve hayran kalıyorum bir kez daha, bir çocuğun zekasına, masumluğuna ve çoçukluğuna...

öğretmenlik... aslında yapmayı düşünmediğim bir meslek ama türkiyedeki durumu beni hep düşündüren. öyle ki, ben en önemli mesleğin ilkokul öğretmenliği olduğunu düşünüyorum, gerçekten, en önemli. düşünsene, karşında tertemiz bir sayfa var, sen çiziyorsun, siliyorsun, resmediyorsun ve sonuçta gerçekten ortaya çıkan senin eserin. çocuk, ana-babasından çok seni görüyor, model alıyor, taklit ediyor...
işlenmemiş bir hazine karşındaki, işledikçe artan... bir tohum var karşında. ya ekip, topragıyla ilgilenip, sevip büyütüyorsun, yeşeriyor sayende; belki doktor oluyor, daha sonra medet umduğun ya da kurutuyorsun, çürütüyorsun o tohumu, seni bıçaklayan oluyor ıssız bir sokakta. bu nedenle en önemli, en yüksek maaşın verilmesi gereken meslek ama ne yazık ki hakettiğini alamıyor türkiyede. şimdi sorsan, kaç kişinin hayali ki öğretmen olmak?

Şubat 01, 2010

o beni prenses peri sanıyooooo

günün fotosu:)

12 dereceyle ve mutlulukla başlayan bi gün... incecik çorap, elbise, topuklu ayakkabılar. güneş, tünel, tramisu, eski bi arkadaşla hoşsohbet. akşama doğru rüzgar, elbiseye mukayet olma çabaları :) ah be canım nasıl da aldandım ama o güneş yakar mı sandın ? dans dersi çıkışı, nasıl bir yağmurdur. önce sinirlendim taksi beni almadı diye - kısa mesafe- imiş. bunu da anlamam ha, kıme gore, neye göre kısa mesafe? o yağmurda gayet uzun geldi bana o yol. atladım otobüse, indim 2 durak sonra, şemsiyem bozukdu, ayaklarım vıcık vıcık, ıslaklığın etkisiyle ayakkabı ayağımı fena vurdu, canım acıdı, sinirlendim, taksi üstüme su püskürttü( burdaki fiil bu değil sanırım ama bulamadım şimdi, siz türkler nasıl diyor? hımmm :D ). durdum nefes aldım, gözlerimi kapattım, dilime bi şarkı doladım. kırık kaldırım taşına bastım = ıslandım, yine taksi su püskürttü = ıslandım, kadının biri şemsiyesini gözüme sokacaktı yan yanaydık, bi adam aramızdan geçmeye çalıştı ve '' e bayanlar ıkınız o semsıyelerle yanyana gecemeyeceksiniz'' dedi. şemsiyemi kapattım, gülümsedim ıslandım zaten sırılsıklamdım:) adam ilerledi snra beni bekledi yanına geldiğimde' söylediklerim karşısında gülümsemeniz çok zarifti, genelde insanlar böyle davranmaz, yağmurun etkısıyle sinirlenirler tarzında bir şeyler söyledi, gülümsedim, ilerledim, zaten hiç durmamıştım da. arkamdan kostrdu bı muddet, ' şey pardon, mesleğiniz nedir, adınızı öğrensem?'
şarkımı söylemeye devam etttim ' o beni prenses peri sanıyoooooo, ne hata yapsam geri sarıyooooo, mitolojiden biri sanıyoooo, bendeki de saç o taç görüyooooooooooo ' :)

Ocak 31, 2010

pazar huzuru...


1. ' kahvaltının mutşlulukla bi' ilgisi olmalı.' c.s
2. sıcak kanlı bir hatunum ve gerçekten kış uykusuna yatmalıyım.
3. bülent ortaçgil kulağıma şarkılarını fısıldıyor gibi...
4. 'ESN' ailesine katıldım :) güzel hareket!
5. votkavanilya'm:) iyelik ekim sana yakışıyor. sen başkalrına benzeme sakın, hep böyle kaallllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll :)
6. sabah erken kalkmayı seviyorum aslında, biraz zor oluyor ama uyanabilirsem gün 24 saatten fazlaymış gibi geliyor ve bu hoşuma gidiyor.
7. kendimle başbaşa kalmayı seviyorum
8. 'yan yana' ikilemesi neden yanyana yazılmıyor? tanrım! her şey zıttıyla var oluyor gerçekten.
9. biri bana sürpriz yapsın !f' e bilet alsın. filmi de o güzel insanın tercihine bırakıyorum :)
10. şampanyayı seviyorum...

Ocak 20, 2010

Bu yağan minik romantik beyaz şey kar mı?

'Annecim burda kar yağıyor ve seni çok seviyorum' rehber-annem-gönder. İlkokulda sıraların en arkasında mevsimleri tanıtan afişler/ tablolar olurdu, bilmiyorum hala var mı. Güneyde doğmuş büyümüş biri olaraktan 'kar'la bu afişler aracılığıyla tanıştım, tanıştım dediysek aslında hep yabancıydım :) Sonra kendimce büyüdüm- kendimce büyüdüm diyorum; çünkü küçükken kendimi büyük sanırdım:)- mevsimler değişti, yazın kavrulduk sıcaktan, kışın bir rüzgar esip geçti güneyde ve adı 'kış' oldu. İlkbaharla sonbaharın pek farkı yoktu yazdan. Hiç boğazlı kazagım yoktu, eldivenlerim sadece aksesuardı, uzun harley çizmeler çocukluk hevesiydi... Ben hayatımda 'kar'ı ilk kez lisedeyken gördüm, şimdi cümle içinde tırnak içinde ama hayatta da öyleydi gerçekten! Erciyes'e gezi vardı, kapadokya-peri bacaları sonra. Bu gezilerin amacı sadece ve sadece kardan mahrum kalmış biz güneylileri -haha komik oldu 'biz güneyliler'- karla tanıştırmaktı. Bindik otobüse, az gittik uz gittik, belli tesislerde değil; karı ilk göRdügümüz yerde mola verdik. Tutmayan bir avuç karla kardan adam yapmaya çalıştık, fotograf çektik, yine bir avuç karla kar topu oynamaya çalıştık :) Neyse otele geldiğimizde gerçekten yorulmuştum; lakin karda yürümek- mesafe kısa da olsa- beni oldukça yormuştu. Yine bi hevesle kayaklar kiraladık, düştük, kalktık, kaydık, üşüdük, titredik. Çok ciddi söylüyorum kar soğuğu elimi acı biber kadar yaKmıştı, hala da kar yağınca ve temas edince uzun süre,öyle acır ve yanar ellerim, sebebini anlamış değilim. Dün kar yağınca çok sevindim birden, anneme mesaj attım , gerçi cevap yazmadı ama paylaşmış oldum :). Öyle bir çoşku oluyor işte. Sonra hemen kahve yaptım kendime, perdeleri sonuna kadar açtım, sandalyemi pencerenin yanına çektim ve kitabımı aldım elime- hani böyle bir ritüel var ya:)- mutlu oldum, ta ki akşam dışarı çıkıncaya kadar. Tanrım-ünlem- yürümek ne zor, tehlikeli, küfredilesi! ama o kar... kar ne sevimli, tatlı, beyaz, zarif ve romantik yağarken...
Bu sabah otobüste gördüğüm manzara güzel bir güne merhaba dedirtti. Sarıyer. Sağımda beyaz elbiseli ağaçlar, önümde mavi gözlü istanbul, büyüledi beni... Sonra bir teknenin üstündeki yazıyı okudum 'coastguard'. Aklıma takıldı, düşünmeye başladım. ilkokuldayken ingilizce öğretmeni olmak isterdim, almanca hazırlık okudum lisede ve almanca ağırlıklı yabancı dil eğitimi aldım, zaten ing. öğretmeni olma hayali çok geride kalmıştı, psikolog olcaktım ben, o yolda da ilerliyorum bakalım. Konuyu çarpıtmakta da üstüme yok hani. Hı şuraya bağlayacağım bu almaca eğitim aldım muhabbetini; ben ingilizce düşünemiyorum o yüzden zaten var olan bağlamlardan çok da haberdar değilim, kendim keşfediyorum. Bu guard kelimesi var ya, güvenlik, koruyucu, korumak anlamına filan geliyor sanırım. ordan 'gardını al' deyimi çağrışım yaptı. Gardını al'daki gard = guard mı? ( okunuşu aynı olunca yabancı dilden bu şekilde mi aldık dedim). Sonra aklıma bodyguard filmi geldi karla birlikte, sonra da ineceğim durak :).

Ocak 11, 2010

AkLıma Bi' şEy tAkıLdı !

Aslında otobüse binmekten hoşlanmam... Yani çoğu zaman... Ama okuldan -eve ya da okuldan herhangi biyere yürüyerek gitmek-aslında yürümeyi severim, bu başka bi durum- daha sıkıcı ve çıldırtıcı olurdu sanırım. Değiştiremediğin şeyler karşısında biraz değişmek gerçekten keyifli sonuçlar yaratabiliyor. Ne diyordum? Otobüse binmek, bazen keyifli olabiliyor, yanı ben keyifli kılabiliyorum... Otobüste uzun uzun kitap okuyabilenlerden değilim, midem bulanır, ama ısrarla , biner binmez hemen kitabımı açarım bakalım ne kadar dayanabileceğim... istikametin tersindeki koltuklara da binemem, midem bulanır... Çok kalabalıksa binmem, başkasını beklerim, yürürüm çünkü midem bulanır... Üzgünüm ama bazen yer de vermem ki bu durumda kimse söylenmesin lütfen, bazen gerçekten de inanılmaz yorgun olabiliyor gençler de! aslında şuraya gelmeliydi konu; ben otobüste başkalarını izlerim dikkatle... insanların tepkilerini, etkilerini...ve bu gerçekten ınanılmaz komık ve keyifli oluyor... sonra hikayeler yazıyorum onlara...öncesini ve sonrasını...nerden geldiğini nereye gideceğini...

Bu sabah kriminal psikolojisi sınavına giderken düşündüm de-aslında hiç bakmadığım ders notlarına biraz baksaydım belki daha yararlı olurdu :)- kelimeleri kendi anlamları dışında kullanıyoruz ya, bu garip olabiliyor gerçekten... mesela; 'herhalde' kelimesi. belki ya da büyük ihtimalle anlamlarında kullanıyoruz ya bunu, bu bana saçma geldi. 'HERHALDE' . ''Heralde bugün sana gelirim''. Hadi bu cümleyi inceleyelim. 'belki, büyük ihtimalle, bugun sana gelirim'i kastediyor değil mi? ama aslında bu ne anlamda olmalı; hangi şartlarda olursa olsun, mutlaka sana gelirim. niye? çünkü; her halde diyor.herhangi bir hal değil her halde.... bugün buna takıldı aklım. neyse, müsait bir yerde inecek var :) bi arkadaşım yanlışlıkla, şoföre, mükemmel bir yerde inecek var demiş. buna karşılık şoför: size layık değil asma buyrun inebilirsiniz :):) ilginç ve komik bir toplumuz gerçekten :)
Finallerim bitti sonunda, bu sabah... bütleri bekliyorum. bu iki sınav dönemi arası, geçtiğimiz cumartesi gecesi attım kendimi yine gecelere. kardeşimin izmirden yanıma gelmesi de vesile oldu biraz... zaten de eğlenesim varmış-olmadığı da hiç olmadı gerçi :)-. ilk önce liferoof'taki
80'ler 90'lar partisi nöronlarımı oldukça ateşledi dans etmek için :) sonrasında Tarkan Temelli'nin işletmeciliğini yaptığı beyoğlu/balo sokaktaki BALANS BRAU/VOLT cumartesi duraklarımdan biri oldu bu hafta ve olmaya da devam edecek gibi:) öncelikle çok ferah, havası sıkmıyor insanı... gelen kitle de iyiydi, rahatsız eden hiç kimse olmadı. herkes kendi havasında keyifle takılıyordu... geçtiğimiz cumartesi DAVY JONES eğlendirdi, o kadar eğlendirdi ki şimdi biraz hastayım dans etmekten terlemiş ,üşümüş, mekanın süper terasından gelen 'ılık' rüzgarından nasibini almış- terası da tam keyiflik- buz gibi de içecekleri yuvarlayınca hastalığın kapsama alanına girmişim :) BALANS BRAU/VOLT, her hafta sonu eğlendirmeye devam edecek gibi. 15 ocak cuma gecesi 22.00' de onur kaymak & sertan axoy; 16 ocak cumartesi gecesi faruk terzi&erdinç erdoğdu güzel bir haftasonuna vesile olacaklar :) gidin görün eğlenin keyfiniz yerine gelsin, gidilesi bir mekan daha listenize eklensin :) http://www.balansbrau.com.tr/ http://www.balansvolt.com.tr/
Yazılası yazılarım, paylaşılası düşüncelerim ama öncesinde canımı alan istatistik projem var :) Kendinize iyi davranın, şimdilik hoşçakalın :)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...