Temmuz 15, 2010

başıma gelen en güzel aşk hikayesi...

Hakan Ali İnce… Gündüz 3 buçuk civarı, hava sıcak, buz gibi içeceklerimizle Galatasaray’ daki Nero’ da oturuyoruz dışarıda. Bi sandalyeye oturmuş, diğerine ayaklarımı uzatmış, sohbet akıp giderken bi yandan da gelene geçene bakıyorum. Bi kız arkadaşımın eski erkek arkadaşıyla problemi var, çözüm için kafa patlatıyoruz, bi yandan da erkeklerin yeri gelince nasıl kibar şeker vs. olduklarını, bazense tanınmayacak kadar kabalaştıklarını konuşurken biri dokunuyor koluma ve dönünce karşılaştığım soru şu: ‘ Siz hiç aşık oldunuz mu?’ o kavrulan havada soğuk bir rüzgar çarptı o an sanki yüzüme, öyle kaldım. ‘E şey aslında oldum sandım ama emin de değilim kem küm ııı mııı( sanki konuşmayı yeni öğreniyormuş gibi, ağzımdan çıkanları anlamadım ben bile)’. Masaya davet ettim yakışıklıyı, anlatmaya başladı ama hiçbir şey hatırlamıyorum ve anlamadım da zaten. Ben hiç konuşmadım neredeyse, hep o anlattı, belli ki derdi vardı. Masada üç hatun kalakaldık öyle, pür dikkat dinliyoruz. Sonra sordum, sen kime aşık oldun diye, size aşık oldum, dedi. Kaldım öylece ama pek bi hoşuma gitti. Pek hoşuma gitti çünkü samimiydi, gerçekti, belki yalandı, anlamını bilmiyordu ama inandım. Hakan Ali İnce’ ye inandım çünkü henüz 4 yaşındaydı… Annesi geldi, hadi hakancım gidelim, dedi. Ters taktığı şapkasını çıkardı, düz taktı. Böyle çok yakışıklı oldun, dedim. Böyle mi dedi, evet dedim. Sonra iki eliyle tuttu çekti beni kendine, öptü ve gitti…

Bir daha böyle saf ve gerçek bir aşk ilanı alır mıyım? İnanması güç…

Keyifle...

blogcan :)


Bebek’ teki Nero’nun 1. Katında denize bakan masaya oturun, beni daha çok seveceksiniz:) tam da evimdeyim hissi, sırtınızı dönün diger masalara, ayaklarınızı koltuğun yandaki ıvır zıvırından( kol koyduğumuz yerin adı her neyse artık) sallandırın, önünüzde mor menekşe, karşınızda İstanbul… Semalara dalın, hayal kurun, kitap okuyun, ha aşka mı geldiniz? öpüşün :)
Çok güzel bi hayalim var, hayalimiz var kardeşimle kurduğumuz. Evet bunu yapmam lazım. Ne olduğunu söyleyemem gerçekten, çünkü yeni bi proje ve çok heyecanlıyım, kıpır kıpırım bu hayal için, şayet ki oldu, çok duyacaksınız adımı :)
Roland güzel bi kare yakaladı, yanımdaki Gülşah, kardeşim, ortanca olanı. Aaa bi şey aklıma geldi, ortanca diye bi çiçek var, pek de sever Gülşah :)
Playlistimin kralı şu sıralar- RHCP ---> Suck my kiss.

Gülşah’ la otururken ‘artık bitsin’ listesi yaptık. Bi kaçı şöyle:
*hey bayanlar, beyaz atlet, altına uzun etek, beyaz converse ayakkabı! Yapmayın n’olur .
*beyler, gece kulübüne giderken ayşe teyzenin yıkadığı beyaz gömlek, solaryumlu ten( tanrım bunu görmeye katlanamıyorum), cool olmaya çalışan ama hatun arayan bakışlar! Bitsinnnnnnn!!!!
*sanki son görüşmesi filanmış gibi sevgililerin her daim sarmaş dolaş olması! Hayır abi, yol zaten sıkış sıkış 2 dakika bırakın ellerinizi de geçelim ya!
*tv’ deki 11880 reklamı.
*küçük veletlerin elinde çok pahalı cep telefonları görmek de hoşuma gitmiyor.
*bizim alt komşunun şikayetleri :)
* keşke yazsaymışım, unuttum :) sizin eklemek istedikleriniz?
Ha bi de, Cuma günü nasıl yağmur vardı, asmalı mescitte oturacak 2 kişilik yeri zor bulduk. Bu ne ya, sandım ki hani hava fena millet evinde takılıyordur, ya da haftasonu geldi ya kaçamak yapıyodur İstanbul ahalisi. Nerdeeeeeeee! Bi de şöyle bir psikoloji mevcut, kalabalık nerdeyse orda oturmak istiyor millet, ne yiyip içtiği azıcık umrunda değil, yeter ki eksik olmasın oradan. Hele bi tanesi dışarıda masada oturuyor, deli yağmur var, oturduğu yerde şemsiyesini açmış! Diceksiniz ki mağdem öyle kalabalık, senin ne işin var? Bileydimmmmmmmm, o kadar kalabalık olacağını :) valla en sakin mekana oturmaya çalıştım.
Aşk meşk yazıp duruyorum ya, ilişki filan istediğim yokmuş, kalbim artık zor atar olmuş, beni heyecanlandırmak da pek zahmetli olmuş!
Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar? Peki bu şimdi nerden çıkar :) şöyle bir açıklama getirmek istedim: yumurtadan çıkan ufaklığa zaten tavuk değil civciv diyoruz, büyüyünce tavuk oluyor; ancak yumurtanın tavuktan çıktığı doğrudur kanımca :) ne açıklama ama, dünya artık daha mı güzel :) Stendal, ‘ aşk üzerine’ kitabındaki makalelerini henüz 20 yaşında yazmış, kıskandım, sinir oldum! Güzelkadın- çirkin erkek ya da yakışıklı adam- çirkin kadın( aslında böyle demek isteemzdim, ama stendal demiş) neden bereber olur sorusunu cevaplamış bir kısımda stendal. Böyle çiftlerle karşılaşmışızdır, hatta ne buldu o kadında/ adamda anlamıyorum demişizdir. Cevabı şu standal’ ın: yakışıklı bi adam bir kadını sever ve sonrasında ayrılırlar bir şekilde, belki geçimsizlik belki ölüm. Daha sonra yeni biri çıkar karşısına, bu kişi çirkin olarak nitelendirdiğimiz. Adam aşık olur bu kadına. Neden? Eskiden hoşuna giden, güzel duyguları hatırlatan bir şey vardır bu çirkin kadında. Örneğin su çiçeğinden kalma bi yara, eski sevgilide de var belki, işte böyle güzelleşirmiş sevenin gözünde çirkinlik.
Nasrettin Hoca’ ya sormuşlar hiç aşık oldun mu diye:
- Bir kez samanlıkta oluyordum, üstümüze adam geldi.
:)öpüyorum…
PS: Öznurrrrrrr ve Aslıııııııııı saçlarınız çok güzel oldu :) Birbirinizi tanımasanız da aynı zaman diliminde yaptığınız radikal değişim pek bi cesaret verdi bana, yoksa bende miiiiiii? Yo yo, hayır :)

Keyifle…

Temmuz 10, 2010

erkek-silik ya da erk-eksilik

Bi daha sorsalar yine psikoloji okumak isterdim. Bölüm gerçekten de keyifli, öyle kalın kalın sıkıcı kitaplara pek nadir rastladım, zaten temelinde cinselliği barındıran bir konu ne kadar sıkıcı olabilir ki? Hadi kabul edelim, hepimiz seviyoruz cinselliğin konu edindiği satırı, dizeyi, kitabı. Bizim bölümün sınavlarına çalışmak hiç bi zaman çok kasmadı beni ( istisnalarım mevcut :)). Sınavlara hazırlanırken okuduğum kitaplar, gündelik hayatta da okumak için ele aldığım kitaplar aynı zamanda, ancak sınav zamanı okumaktan daha keyifli şimdilerde ele alış.

Blogumu takip edenleriniz varsa bilirler daha önceki paylaşımlarımdan, farklı kelimelere, ikilemelere takık durumdayım: kısa bir hatırlatma- yan yana ikilemesinin yan yana yazılamaması hüzünlendiriyor beni, çok aykırı geliyor bu bana :) kelime kökleriyle oynamaktan ve bunun üzerinden düşünceler dalmaktan, bu yeni düşüncelerin beni götürdüğü diyarlardan inesim gelmez çoğu zaman. Mesela bugün yolda yürürken( bu tür şeyleri ya yürürken çok düşünürüm ya da otobüste uzak İstanbul semalarına dalarken :) ), art niyet sözcüğü geldi aklıma. Niyetin ardındaki yani. Bunun ardından art-sanat çağrışımı çaktı, sonra sanatın içindeki bastırılmış cinsellik, bunun sanata yansıyışı, art niyetin ardındaki niyetten kastedilen de cinsellikle bağlantılı bi’ şekilde… of pof! Evet bazen yazdıklarım düşündüklerim kadar büyülü olmuyor, anlatım şeklini bulamıyorum kafamdaki düşsel bayramın.

Talat parman’ ın bağlam yayınlarından çıkan düş düşün -13 serisinden ‘psikanalitik denemeleri ‘ okuyorum. O kadar güzel ve okuması o kadar keyifli ki, okumak için psikoloji öğrencisi filan olmaya gerek yok. Bir çok şeyi paylaşacağım zaten bu kitaptan ama yukarıda bahsettiğim kelimeler, kelime kökleri üzerine olanı aktarıyorum ilk olarak:

‘‘Erkek sözcüğü ‘erk’ ten gelir: Erk-ek. Erk güç, iktidar demektir. Ancak burada bir de ‘ek’ vardır. Dilin dehası erkeği yalnızca erkle tanımlamamış yanına ‘ ek’ koymuştur. Öyleyse, bireyi erkek olmaya götüren yol yalnızca erkten değil eklerinden de geçecektir.
Erkeklik ise erkek olmak durumunu tanımlar. Erkek sözcüğünden türeyen erkeksilik ise tartışmalı bir sözcüktür, ancak bu sözcüğün yol açtığı çağrışım zenginliği ilginçtir. Bu sözcüğü ‘erk-eksilik’ ya da ‘erkek-silik’ olarak okumak olasıdır.

Erkek bedeni denildiğinde ise penis erke cinselliğinin tek simgesi olmuştur. Erkekte penis, erki ,gücü tasarımladığı kadar, öldürmeyi ve şiddeti deçağrıştıracaktır. Ancak bu noktada erkek kimliğinin çok önemli ögesi ‘ babalık’ unutulmuş olmaktadır. (…) Oysa, penis tek başına değildir, yanında testisler vardır. Testisler yalnızca erojen bölgeler olmakla kalmamakta erkekliğin en önemli işlevlerinden biri olan babalığı da sağlamaktadır. Penisin gönderme yaptığı fethedici, güçlü, meydan okuyan daha çok biyolojik erkek özelliğinin yanı sıra testisler toplumsal bağı, soyzincirini sağlayan özellikleri katarlar erkek olmaya. Bunlar aynı zamanda toplumsal nitelikler, yani mertlik, dürüstlük, güvenirlik demektir.’’
Konunun tamamına hakim olabilmek ve bağlantıları daha rahat kurabilmek için yeterli olmayabilir aktardıklarım. Alınız, okuyunuz :)

Ta ta ta tammmmmmmmmmmm! Gelecek yazıda bu blogta :):
* psikanaliz Irma’ nın ağzında başlamıştır.
*ağız ve meme ( kitaptan alıntılara devam :)
*tavuk mu yumurtada, yumurta mı tavuktan ?
Ha sözü filan yok bu konuları yazacağımın, kim bilir yeni şeyler takılır aklıma; ama konuşuruz belki bir kadehin şarabın yanında…
Sevdiğim söz sartre’ a ait: ‘’ Kendini vazgeçilmez gören kişi itin tekidir. ’’
Ve yorumsuz bir çift laf da Mark Twain’ e ait, neden böyle demiş, canı mı yanmış bilemem: ‘’ gerçek babasının kim olduğunu bilen Fransız şanslıdır. ’’
Keyifle kal, ben bunu yapıyor ve bunun için çabalıyor olacağım :)

Temmuz 06, 2010

PAZAR, CAZ, VAPUR VE İSTANBUL

Tek günlük de tatil olur muymuş? Bal gibi de olurmuş efendim! Öyle çok uzaklara gitmeye, tatilin en çok istanbul’ a dönüşünü seviyorum triplerine de gerek yok(muş), Pazar günü caz vapuru bunu fazlasıyla kanıtladı. Yaz ne güzel bi mevsimmiş, gün içinde neler yapılırmış, bi gün sanki 40(+) saatmiş hisleri dolaşıyordu vücudumda, tatlı bir yorgunlukla birlikte.

Sabah 11’ de kabataş’ta başladı caz vapuru keyfimiz, hava güzeldi, insanlar güzeldi ve gerçekten de kalabalıktı, vapurun 3 katını da dolaştık ve oturacak yer bulamadık, sonunda girilmez yazan bir yere girmiş, ayaklarımızı Kuruçeşme istikametine uzatmış, bi yandan caz dinliyor bi yandan 5 hatun ilişkiler üzerine caz yapıyorduk  sahi, bir sonuca bağlanamadığı ve ilişkiler genellemediği için birinden diğerine, hiç nokta koyulamıyor bu konuya. Deneyimler, tecrübeler, arzulananlar, arzulayanlar, keşkeler, iyi ki’ ler …
2 saatimiz bu şekilde güzel müzik dinleyerek ve sohbet ederek geçti, sonunda Anadolu kavağına geldik. Biraz dolaşınca çarşısında, sanki adalarda ya da küçük bir sahil kasabasındaymışız gibi hissettim. Aheste aheste karar vermeye çalışırken nereye otursak da biralarımızı yudumlasak diye, mekanlar dolmaya başlamıştı ve biz de kendimizi attık bi balıkçıya. 1 buçuk saatlik molanın nasıl geçtiği hakkında çok bi fikrim yok . Dönüş için vapura yöneldik, girilmez yazan köşemize girdik, biraz ağır akmaya başlamıştı sanki kanımız, çünkü bir şeyler atıştırmış, biralarımızı yudumlamış, güneşin altında biraz dolaşmış, tatlı rüzgardan nasibimizi almıştık. Caz ekibinin bizim olduğumuz kata gelmesiyle ve bizim de yerimizden kalkıp onlara yaklaşmamızla kanlarımız eski hızına kavuşup, deli akmaya başladı yeniden. Gerçekten de pek keyifliydi, Pazar neşesi her yerdeydi .
… ama ben yine de tatilin İstanbul’a dönüşünü seviyorum ;)
Yani, neymiş? Tatili tatil kılan, günü, mesafesi, süresi değil; sende oluşturduğu moduyMUŞ 
* Ayşe ve Aslı saksafon çalmak için derslere başlıyorMUŞ - Oh be sonunda !
*Birsen Tezer ne güzel bir albüm yapmış. Şarabın memnuniyetle eşlik etmek isteyeceği bi’ şi olmuş, tekrar tekrar dinlenme vakti gelMİŞ.
* Jehan Barbur Cuma geceleri, Cihangir Kaktüs’ te çıkıyorMUŞ, en yakın cumada gitmeye karar verilMİŞ.

Sevda’ ya…

Biz birbirimizde kaybettik önce birbirimizi, sonra bulmaya çalıştık yeniden kendimizi… Sonra ‘ben’de bi’ tutam ‘sen’ vardı, aslında eksik kalan bi’ yanım senle tamamlanmıştı. Eksildikçe tamamladık, kaybettikçe bulduk, her ne ise aradığımız… Ve sonra ‘biz’ oldu(k) … Biz olabilmemiz için sen olmuşsun vakti zamanında, bir yaz gecesi rüyasında… İyi ki de olmuşsun, yaş günün kutlu olsun…

Temmuz 01, 2010

tünel- galata- cihangirli bi' günden kalanlar

İstanbul' da yaşadığıma inandırsın biri lütfen beni lakin temmuz vakti yağan bu yağmuru kabullenmem inan ki çok zor. sabah hava kötü olsa bile, babetlerimi giymeme engel olmuyor bu durum ama sonra yer yer ıslak, geri kalanım ve bazen keyfim parçalı bulutlu :)hooppppp yağmurlu havada güzel bir kahve, iki hoş sohbet, bir deli telaş ve gülücük yine tüm yüzümde.


Evet, yine böylesi bir gündü. incecik elbiselerle çıkılmış, bi güzel yağmura yakalanmış ama çay/ kahve- sohbet ikilisini de kaçırmamıştım. her şeyden söz açılmışken, hep daha fazla söyleyeceği oluyor insanın ikili ilişkiler söz konusu olunca. ara kaçamaklar keyifli, flörtler güzel ama aşk denilen şey her ne ise bundan beklentim çok farklı sanırım. ne bekliyorsun desen, onun da cevabını biliyor değilim. sanki bunu cevaplamam için çokkkkkk büyümem lazım çokkkkk. hani çok zaman sonra geriye dönüp bakınca mı kıyaslarım ve 'ha x ile yaşadığım aşkmış o zamanlar' derim bilemiyorum. bi arkadaşım dedi ki; ' aslında aşk öyle herkesi buluveren bir şey değil, insanlar yaşadıklarının aşk olduğunu sanıp kendilerini kandırıyorlar ama biz kandırmayınca kendimizi, aşk diye etiketlemek çokkkk zor geliyor bize.' çevremde örneleri var bunların, yani 1 gün sesini duymayınca/onu görmeyince, bi karış daha giydiğinde kıskançlık kıyametleri kopunca, aptalca nedenlerden kavgasız gün geçmiyorsa, ilişkiye taktikler yön veriyorsa, bu ihtiras dolu bir aşk mı oluyor? hadi ordan canım, bende eksik olsun böyleyse...

Bir yerlerde yanlış yapıyormuşum gibi geliyor bazen, içten/samimi direkt olmak neden kazandırmadı bana ilişkilerde bilmiyorum, bunun farkındayım o ayrı ama böyle davranmamı değiştirmicek bu farkındalık. eğer aramak istersen neden aramayacaksın ki, benim aramam benden bir şeyler mi götürür? kaçan kovalanır derler ya, kaçıp kaçıp izini kaybettirecek duruma neden getirir insan bu durumları? Sonra bi de erkeklerde şu var: bi bayanla bir şeyler yaşıyor, paylaşıyor sonra bir suçluluk, sorumluluk almaktan korkma, bi sessizlik bi dinginlik, soru sormaktan korkma... pek bi komik gelir bu durum çünkü çok çok modern görünen ve açık fikirli olduğunu savunan bir çok kişinin tutucu bir yanı oluyor toplumda. kadınların sırf keyif, arzu doğrultusunda sorgusuzca, bir sonrakini düşünmeden hareket edebileceğine hazır değiliz sanırım. bu yüzden hala erkek aldatır, çünkü o erkek; ama kadın aldatamaz! ha ha ha canım öyle bir aldatır ki farkına varmazsın, zaten farkına varamadığın için aldatmadığını sanırsın :) kadınlar değil erkekler yalancıldır çoğu zaman, çünkü erkekler yalanı güzel söyleyemezler, söyleyemedikleri için yalancı konumuna düşerler zaten, güzel yalan söylese zaten ortaya çıkmaz dimi ama :) :) ?


Bu gün hep çok iyi insanlarla karşılaştım, pek hoşuma gitti. 3 hatun Leb-i Derya' ya gittik, şu sıralar çok yoğun yapılacaklar listem. elim kolum bi çok yerde. pek bi huzurlu keyifli bir mekan, çalışanları pek kibar... By Retro da bir başka durağımız oldu, yanımıza bir erkek arkadaş katıldığı için gözlerimizin onca şey içinde fıldır fıldır dönmesi çok sürmedi, bi kaç elbise denedikten sonra çıkmak zorunda kaldık erkek arkadaş açlıktan zaafiyet geçirmek üzereyken, Retro' nun çalışanları da insanı sıkboğaz etmeyen, biçok şey deneyip hiç bir şey almasan mırın kırın etmeyen kişiler, sahibi Hakan abi de saatlerce oturup kouştuğum, sohbeti pek tatlı, gönlü pek bi bol insan... Kıyafetlerin ücreti, Hakan abinin keyif durumuyla ters korelasyonda :)



* Noraj Jones-angel http://fizy.com/s/1039q4 dinleyiniz :)

Öperim...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...