Ekim 21, 2012

There's a limit to your love!

Acı çekiyorsun, gözlerini açamayacak kadar ağlıyorsun, gözünü onla kapatıp onla açıyorsun. Onun hayaliyle ve hep en tatlı haliyle.

Bir varmış sonra yok olmuş.
Sanki bir mısra daha söylense düzeliveririrmiş her şey.




Yok arkadaşım!
Sus!
Şimdiye kadar doğru düzgün hayal bile kuramadıysa karşındaki, şimdi mısralara sığınıp saklanmasını bekleme.
Hayal gücünü kullanmasını beklerken adamın, benim hayal gücü'me gitti her şey.

Sonra bir sabah uyanıyorsun, önce "O" değil; o gün ne giyeceğin düşüyor aklına
Önceliklerin değişiyor sabah uyanışlarında.
Romantizmden realizme hızlı bir geçiş yapıyorsun arada geri sekmeler olsa da.





Fakattttttt gel gör ki falıma bakıp da;
"Çok güzelsin, çıtırsın, işindesin gücündesin, annenin el bebeği ortamın gözbebeğisin aşkım. Kısmetin bol, balığın çok, günlerin aydınlık. Gün gelir devran döner ama seni kaybedenler kapına kadar gelir de kapından döner hayatım. Bak bak bak, gördün mü o uzun boylu güzel vücutlu yakışıklıyı? Ha! Hadi yine iyisin kaptın yepisyeni yakışıklı bebeyi! Önlerinde dizler çökecek de Alaaddin'in sihirli lambasından çıkan cin gibi, dileklerin de oluverecek, istediğini dilemek de sana düşücek. Gül aşkım, gül canım, gül güzel yüzlüm, ahu gözlüm Rosalinda'm. Her şey çok güzel olacak" diyen teyze kadar yeterli olmamıştı hiçbir teselli:) Tüm aşkımlar, canımlar, bitanemler bu teyzeninki kadar sıradan ve eskide kaldı. Evet hoşuma da giderdi. Gitti ardından da bitti.

Şimdi geride neyi/kimi istediğini, istemediğini de bilen yepyeni bir ben
Kışa girerkenki yaz hayallerim
Alınacaklar listem(Soğuk, karanlık mevsimi ya da romantik geceleri aydınlatacak bir köşe lambası, daha iyi film izlemek için ses sistemi, duvarlarıma yağlı boyalar)
Boyum kadar okunacak kitaplar,
Boyumu aşan yapılacaklar, tutkuyla yaşanacak aşklar listem
Yeniden boyamak istediğim duvarlarım
ve
Roma ve Barcelona kaçamaklarım için doludizgin heyecanım var!


Keyifle Canlar



Ekim 16, 2012

Veda

Uykularım kaçıyor. Sırf takvimlerden bir gün daha geçsin ve her gün seni biraz daha geride bırakabileyim diye, unutmak için her şeyi erkenden uyumaya çalışıyorum. Unutmak için uyumaya çalışıyorum ama unutuncaya kadar da uyuyamıyorum.

Aklımda bir adam var ve bir de karşımda. Aslında ikisi de aynı. Aslında ikisi de farklı.
Öyle bir ruhu var ki aklımdaki adamın, O' na aşık oluyordum.
Ya da oldun sanıyordum. Sonra bi bakmışım, aklımda, birlikte hayal kurabildiğim adamla karşımda duran ve aklımdakiyle aynı sandığın adam aynı değil.
Değilmiş.
Yunan Heykeli'm diye sevdiğin adam
Taştan bir harabeymiş.

"Aşık olmakmış!" sanki uzun uzun yaşamadan, hayatımın sonuna gelmeden bunun cevabını verilmezmiş. Geriye dönüp bakınca kim unutulmaz olmuş?
Ya da kim iz bırakabilmiş?
***


Benim kendi izlerim var, kimsenin bırakmasına izin vermediğim kendi kendime, kendimde bıraktığım.
Yarım kalan sevgiler, aşklar, uykular.
Şiş gözler ve nasıl bu kadar çok gelebildiğini anlayamadığım gözyaşlarım. Her bir kanaldan çifter, üçer, beşer yaş dökülüyor sanki.
Göz yaşı demek o kadar narin kalıyor ki, bunlara ancak göz şelalesi dersem daha anlaşılır olur sanki.
Minik bir tüp alıp onun içine doldurasım var her bir damlayı, sonra anılar kutusuna saklarım onu da.
İnsan yaşadıklarından çok yaşayamadıklarına ağlıyor bence
Kurduğu hayallere ya da kurmayı beceremediklerine.
Düşünsene bazen hayalini bile kuramayacak kadar kapana kısılmışız.
Bu çok acımasız.
***

Ah ettim mi sana?
İnan dilimle değil hiç
Ama kalbimle en çok
İçten içe
Sessizce
Ağlamak ve Ahlamak karışıyor belki de.


***
Gözlerimi kapattım.
Gözlerimden çeneme, çenemden boynuma, boynumdan kalbime akarken yaşlar, ben vedalaştım seninle, içten içe.
Ama yalnızdım, sen yoktun.
Gözlerimi kapattım ve yakınlaştım sana
Sarıldım önce sıkıca
Kokladım
Kokladım
En çok çenen ile omzun arasındaki kısa mesafe uzun gelirdi bana
Kafamı yaslayınca
Koklamak hiç bitmezdi
Bitmesindi.
Sonra
Gözlerimi kapadım.
Sanki aramızda bir göbek bağı vardı, senden uzaklaşmamı engelleyen.
En güvendiğim adamı çağırdım zihnimde
Beni hiç kırmamıştı, çok güzel severdi beni babam.
Babam geldi ve kesti kordonu
Özgürleştirdi seni, beni, bizi
Ve gitti.
Ve kalbimden göbeğime inen o kordon ayırdı bizi.
Kalman için hiç bi neden yoktu.
Bana verebileceğin her şeyi verdin
Daha fazlan yoktu.
Sonra içimdeki küçük kızın elini tuttum çıkardım dışarıya
içli içli ağladığı yeterdi ruhumda
Renkli balonlar verdi sana
Uçup gitmen için
Gitmene izin verdim bu kez
Özgür olmadan anlayamayacaktık neye sahip olduğumuzu.
3 yaşındaydı içimdeki küçük kız
İnatçı, özgür, tutkulu, hırçın.
Hani küçükken annemiz kızsa bile yine anne diye ağlarız ya
Tıpkı onun tutkusu, korkusu, sevgisi gibiydi.
Hiç bitmez sandım.
Senden kaçarken bile sana saklandım.
Sonra kaybolduk sanırım.
En azından o balonlarla uçup kayboldun sen.
Ben küçük kızın elinden tuttum
Uykusu vardı ve belli ki yorulmuştu oyundan
Enkaza rağmen oyunun tadını çıkarırım sanmış
Sevdicek de yanında olmayınca
Tek başına da olmamış

Uykusu vardı küçük kızın
Savaştan çıkmışcasına yorgun
Ormana gittik, sessiz sakin kalmak için ve hala zihnimdeydik.
Pamuklara sarıp sarmaladım
Düzelecek kızım, dedim
Bir öpücük kondurdum yanağına
Uyu, dedim
Uyanınca her şey geçecek.
***

Hoşça kalabilseydik birlikte keşke
Artık her neyse
Hoşçakal.

***
Bir başlangıç
Bir bitiş
İçten bir veda
Elveda
Bir "can kırıkları öyküsü" dinlediniz.





Ağustos 20, 2012

Hayata kısa bir mola mı?


Sanırım yaşamak için acelem ya da durağanlığa alerjim var. Çok ciddiyim! Hani ayaklarımı uzatayım da tüm gün film izleyeyim, güzel evime erkenden gideyim nidalarını çok nadir, onu da da kışın üşütümekten nefret eden benden duyabilirisiniz. Ha yazın da üşümekten hoşlanmam o ayrı, tabii tatlı tatlı esintileri saymazsak:)

Hal böyle olunca canlar, ajandam elimden düşme; hep gidecek yerlerim, yapılacak planlarım, içilecek kokteyllerim, tadılacak yemeklerim, tanınacak sokaklarım olur. Evet, yoruluyorum zaman zaman lakin tatlı tatlı yatıyorum gün bitiminde. Tekrar aynı ana, saate, güne ve de yaşa dönemeyecek olmanın telaşı sanırım bendeki.

Hayata acelem var! Ama bu sürekli koşturmak, yorulmak, nefes alamamak değil.
Her anında daha güzel daha mutlu nefes almak
İyi ki demek
Şükretmek
Teşekkür etmek bence
Bence.

Son zamanlarda sevgilimden en sık duyduğum ve beni içten içe sıkıştıran cümle: Yetişemiyorum sana. Yetmiyor sana. Bi' dur bi' dinlen. Ayaklarını uzat da bi' film izle...

İlk zamanlar üzse de bu duyduklarım sonra biraz durakladım sanki, mutsuz oluyorum durunca.
E ama durağan şeylere alerjim var dedim ya oğlum!
Sen dursan, sen de kaybolursun.
Ben de kaybolurum.
Birbirimizden ayrı ayrı kaybolmaktansa, birlikte istediğimiz anlarda, sokaklarda, başka diyarlarda kaybolsak ya!
İş yerlerimize, ofislerimize, sorumluluklarımıza döndüğümüzde çok ciddi olmuyor mu her şey? Gün içinde bilmem kaç dava, adliyede koştururken sen ve bilmem kaç kişinin sıkıntısını sorununu çözmeye çalışırken ben, zaten yeterince birbirinin aynısı değil mi günler?

Keşke tekrar 24 olabileceğimin, hep sağlıklı olabileceğimin, enerjimin hep böyle yüksek kalabileceğimin, muhteşem yemekler, tatlılar yedikten sonra hala zayıf kalabileceğimin garantisini verebilecek olsaydın. Belki o zaman verebilirdim kısa bir mola.

Hep aşık, hep genç kalmak; yaşadıkça yaşlanmak istiyorum, yıllar geçtikçe değil.
Yüzümde belirecek her çizginin hikayesi olsun istiyorum.

Sen değil; yaşamak yetmiyor bana...

Bilirsin her şeye rağmen severim ben yalnız gezmeyi de, keşfetmeyi de kendime yetmeyi de...

Ama yok demem bu süreçte yanımda olma isteğine de...

Keyifle,




Ağustos 18, 2012

KaraBATAK Kahvesi

TGIF ile başladığınız son iş gününün en güzeli, akşamında dostlarla buluşup biraz sohbet edip gündemimizdeki olayları kritize etmekle, biraz dedikodu biraz da aşk yapmakla geçer, belki güzel bir kahve, modunuza göre bira ya da bir kadeh şarap sohbetinize tat katar. Yaz aylarının en serin alternatiflerinden biri de şöyle biraz ekşili ve naneli "ev yapımı limonata"lardır. Ha bir de güzel, saklı, yeni bir mekan keşfetmişseniz, o haftayı tatlı bir uykuyla gönül rahatlığıyla bitirmemeniz için hiçbir neden yoktur.

Yoktu.



Öznur'un (hani süper yakalar hazırlayan arkadaşım-) daveti ve yeni bir mekanı keşfedecek olmanın heyecanı ile Karaköy'ün ara sokaklarındaki "Karabatak Kahvesi"ne doğru yürümeye başladım. Mekan, konsept ve düzen itibariyle hemen ilgimi çekti, dolu olan birkaç masa vardı ve herkes kendi halinde takılmaktaydı. Garson hatun menüyü bin zahmet masamıza getirdi, ne bir hoşgeldiniz ne merhaba ne de tatlı bir gülümseme vardı. Mekan hoşuma gittiği için ilk etapta bu karşılama(ma)ya çok da takılmadım. Menüyü incelerken sayfanın altındaki not dikkatimi çekti: 'Herhangi birine herhangi bir sebepten dolayı servis vermeme hakkımız saklıdır.' E hani Karaköy burası dedim, belli olmaz kimlerin geleceği ve biraz da hoşuma gitti, nihayetinde sırf para kazanacağım diye herkesi de buyur etmiyor diye düşündüm, güzel mekanda esen soğuk rüzgarlara karşı. Velhasıl karnım toktu ve iş sonrası erken kapatmak istediğim bir cuma günü için buzzzz gibi ev yapımı! limonata çok cazip gelmişti. Bu ibareye biraz takığım: "ev yapımı limonata". Öğrencilik zamanında da çok çok iyi mekanlarda çalışmışlığım var, benden size tavsiye; neresi olursa olsun, sahibi, işletmecisi kim olursa olsun mutfakla nelerin döndüğünü asla ve asla tahmin edemezsiniz. Ev yapımı limonata mı?? Bak tatlım marketten 1 kutu x marka limonatayı alıyorsun, evet hazır limonata! Buz ile doldurduğun bardağın içine döküyorsun, içine biraz nane, birkaç dilim mevsim meyveleri atıyorsun, bardağın kenarına bir yuvarlak dilim limon takıyorsun, ev yapımı! limonatanı zarif müşterilerine bi güzel yediriyorsun. Ha bir de sanmayın ki 3-5 lira oluyor az önce marketten 1.35 liraya aldığınız hazır limonatanın ücreti; minimum 8, maximumda üst sınır yok sanırım. Olmadı mı, yemedi mi? O zaman tatlım, az önceki buzlu bardağın içine 1 tane de limon sık, hani limon tanecikleri biraz daha gerçeklik katsın sunumuna, ha geri kalan kısmı yine hazır limonatayla doldurup gerekli süslemeleri yaptın mı 20 liraya bile satarsın yurdumun check-in yapmaya meraklı ama içtiğini yediğini sorgulamayan, üstüne üstlük aldığı düşük hizmete rağmen tip boxı da boş bırakmak istemeyen müşterisine.



Konunun biraz dışına çıktım evet, sinirlendim çünkü.
Çünkü ilk kez gittiğim, aslında tekrar tekrar gitmeyi planladığım, yaptığım planı da bana bozduran, onca güzel şeye rağmen çalışanların ve yetkisiz yetkilinin tavırlarından inanılmaz rahatsız oldum(k).

Nasıl mı?

Evet, limonata sipariş ettim, inanmak istedim onun ev yapımı olduğuna, çünkü menüde öyle yazıyordu. Limonatam geldi tam da az önce tasvir ettiğim şekilde. O hafif ekşi tadı yuvarlamak istedim ağzımda, içerken ferahlayıp mutlu olmak istedim.
ama ı-ıh olmadı aksine ultra ultra yapay şeker tadı yaktı boğazımı sadece bir yudum aldım ve garsona, bunun ev yapımı limonata olmadığını, tadından çok net bi şekilde anlaşıldığını dolayısıyla siparişimi iptal etmelerini ve az şekerli bir türk kahvesi getirmelerini rica ettim. Hiçbir şey söylemeden ve bizi karşıladığı suratsız suratıyla limonatayı aldı ve sonrasında kahve geldi. Güzel güzel sohbet etmeye devam ettik kısa bir kritik sonrasında. Evet menüde ev yapımı limonata yazıyordu ama değildi, bu düpedüz dolandırıcılığa bile girerdi. Aldırmadık, çok çok bir sonraki gelişimde neyi içmeyeceğimi biliyordum. Saat biraz ilerleyince hesabı ödemek üzere kasaya yöneldik, kasiyer hatun bizi karşıladı ve ne yaptı dersiniz?
"Merhabalar, umarım beğenmişsinizdir mekanımızı ve menümüzü. Ev yapımı limonatamız hoşunuza gitmedi sanırım, öneriniz var mı iyileştirme adına belki şeker oranını ? Ya da bir sonraki gelişinizde size daha iyisini ikram etmek isteriz."


TABİİ Kİ ASLA BÖYLE BİR ŞEY OLMADI!


Kasaya gittik ve suratsız suratlı bir başka kadın bizi karşıladı, hesabı önümüze itti ve evet içmediğim limonata da hesabımıza dahildi! Şimdi burada önemle belirtmek istediğim nokta asla ve asla limonatanın fiyatı vs değil çünkü biliyoruz ki gittiğimiz bir çok mekanda yediğimiz içtiğimizin değerine değil, ortama ve hizmete ödeme yapıyoruz. Burada dikkatinizi çekmek istediğim konu çalışanların ukala tavırları asık suratları ve "hesaba yazdığımız hiçbir şeyi silemiyoruz, limonatayı beğenmediyseniz bu sizin sorununuz bizim limonatamız gayet güzel, ilk kez siz beğenmediniz hem de içtiniz ( e zaten bir kere içip tadına bakmadan ben bunu beğenmedim deseydim daha absürd olmaz mıydı?!!), biz kahvelerimizde iddialıyız, kahvemizi beğenmeseydiniz değiştirirdik yenisini yaptırırdık ama limonatayı begenmediyseniz bununla ilgili yapacağımız bir şey yok ödemeyi almak zorundayız, almama gibi bir yetkimiz yok(ha bu son yetkimiz yok kısmını mekanın yetkilisi söylüyor!)."

E be aklı, zihni kıt yurdum görgüsüz cahili, neden-sonuç ilişkisiz yetkilisi, madem kahvende iddialısın o zaman yaptığın kahvenin arkasında dur da, onu değiştirmeme yetkini kullan. Ne demek hem kahvede iddialıyız biz hem de kahveyi beğenmezseniz değiştiririz demek?? Zaten standart kahvenizi ölçüp biçip hazırlamıyor musunuz? Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu! Her türlü çelişkilisin bebeğim ve kesinlikle "haftanın out"usun. Ha bir de bu olaylar olup biterken kahvenin tüm çalışanlarının etrafımızı sarması cabası!

Sonuç olarak, almadığımız hizmetin de ödemesini yaptık, mutsuz bir şekilde mekandan ayrıldık.
Evet güzel mekan ama umrumuzda mı?
Bir daha o mekana gelmem mümkün mü?
Sence ben bu olayı burda yazmakla yetinir miyim?
Koskocaman bir hayır!
Hizmeti ve kalitesi adında saklı mekan oldu benim için "KaraBATAK".

Konuya dair gelişmelerden haberdar edeceğim Canlar.
Mekanla ilgili ekşi yorumları burada:tık!

Keyifle ve lezzetle kalın.

Haziran 27, 2012

Trambolimbolimlim

Yaz gelince gazete ve dergilerin seyahat eklerinin sayfalarını oldum olası binbir hayal kurarak çevirdim. Şimdiye kadar hep şöyle olmadı mı; öğrenciydik, paramız yoktu doğru zamanda; çalışır olduğımızda da zamanımız...Tüm kış heyecanla beklediğim yaz, tatil planları, ufak kaçamaklar, doyulmaz mutluluklar 2 güne sığdırıldı. Lordofthesoldiers' ım askerden geldi, işini rayına oturttu, Lordofthelawyers oldu:) Onun iş görüşmeleri, benim yeni iş sözleşmelerim, değişen ev arkadaşlarının telaşı, anne-baba ziyaretlerine gidilecek zaman diliminin ayarlanmaya çalışılması, anne kokusu, baba ocağı, yan sekmelerde açılan tatil planları ve bu planları da sevgiliyle, arkadaşlarka aynı uygun zamana denk getirebilmek... Ne kadar uzun uzadıya planlayıp ince hesaplar yapsak da olduramadık. Sonra her şey bir anda gelişti. Aslında biranda gelişmedi ben bir anda karar verdim. Arkadaşlarım araba kiraladılar, Bodrum' a gideceklerdi, ben yoğundum, o tarihte uluslararası bir toplantı vardı, toplantıda olmam ve programı organize etmem şarttı, şartTI. Tepem attı, öyle ince hesaplarla olmayacaktı. Geliyorum dedim, ben de geliyorum Bodrum'a. -Alo, tatlım bavulunu hazırla yarın Bodrum' a gidiyoruz. Evet, sen gelmesen de gidicem ama gel :) Sezen' den Müslüm' e, Tarkan' dan İbo' ya, Zeki Müren' e, İsmail YK ' ya, Candan Erçetin' e, MFÖ' ye kadar uzanan çok sesli koromuzla Bodrum' a geldik, kendimizi Bitez' deki Sarnıç Beach Club' ın serin sularına bıraktık. Denizin ortasına çocuklar için konulan tramnolinden çocukları kovduk, taklalar attık, yarışlar yaptık, puflarda yattık, havadan, sudan, mekandan, çok da memnun kaldık. Merak edenler için adres burada: http://www.cafesarnic.com/ Giderseniz Yılmaz Bey var orada, Yılmaz Güney:) Adı hakikaten bu, selamlar iletin 13 kişilik tatil ekibimizden, oldukça yardımcı olacaktır. Bu arada müzikler, kahvaltılar ve Frozenlar çok çok başarılı. Cumartesi akşamı marinanın karşısında ihtişamli ve kocaman avizesiyle ünlü FINK' e gittik. Aslında her şey güzel başlamıştı ancak çıkıp da eğlenemediğim zamanın Bodrum gecesinde beni,hatta bizi bulacağını ummazdım. Mekana şuursuzca insan almaya devam ettiler, dolu olmasına aldırmadılar, neticede dans etmek değil ayakta durmak bile zor oldu. Garsonlar, müşteri kaçırmamak için adım başına masa attılar, o kadar ki kafama bir şey düşmesin değmesin diye sevdicek koruyup kolladı beni. Daha fazla dayanamadık kendimizi dışarı attık, başka mekanlara baktık, marinada dolandık, sabaha doğru kendimizi odalarımıza zor attık. Dönüş yolumuz da bir o kadar eğlenceli belli bir saatten sonra da uyku modunda geçti. Sabah 05.30 da İstanbuldaydık, saat 9.00 da da iş yerinde. Sözün Özü: Eğer fırsat çıkarsa karşınıza 2 hafta da 2 gün de olsa arasıra basıverin pause tuşunuza:) Bu da favorim son zamanlarda tık buraya Keyifle...

Mart 29, 2012

Haftanın Günleri ve daha fazlası: Bu da Avrupai Bakış Açısı-2


" Hıristiyan, Musevi, İslam takvimlerinde hatta İran ve Çin takvimlerinde bir haftanın yedi günden oluşuyor olmasına rağmen neden böyle olduğuna dair kesin bir bilgimiz yoktur. Haftanın geçmişi ile ilgili, otoritelerin her birinin tartışılmaz gerçeklermiş gibi sundukları faklı kurgular vardır. Gerçekte ise haftanın neden yedi gün olduğuna dair sahip olduğumuz en kesin bilgi, kesin bir bilgimizin olmadığıdır.
Bu konudaki en yaygın açıklama, 7 günden oluşan haftanın, Roma İmparatorluğu'nda imparatorluk takviminde kullanıldığı ve tarihsel sebeplerle Hıristiyan kilisesi tarafından benimsenip geliştirildiğidir. İngiltere Krallığı bu sistemi kullanmış ve dünya geneline yayılmasını sağlamıştır.
İncil'in ilk sayfasında, Tanrı'nın dünyayı altı günde yarattığı ve yedinci günde dinlendiği yazılıdır. Bu yedinci gün, Pazartesi, Yahudi inancında Sabbath'dır.
Bazı kaynaklarda ise yedi günlük haftanın doğum yeri olarak anılan yerlerden bazıları Babil ve İran'dır. Hafta, Hıristiyanlık'tan önce de Roma İmparatorluğu'nda biliniyordu.
Haftanın yedi günden oluşmasının sebebi olarak geometrik bir açıklama vardır. Yedi adet teneke kutuyu, bir tanesi ortaya gelecek biçimde bir lastik bantla birbirine bağlarsanız bir düzgün altıgen elde edersiniz. Üçten fazla herhangi başka bir sayıda dairesel cisimler için bu biçimde elde edilen şekil sabit olmayacaktır. Antik çağlardaki çadır kütükleri, yakılacak odun öbekleri ya da başka dairesel nesneler zamanla yedi sayının gizemli bir hal almasını sağlamış olabilir.
Haftanın yedi gün olmasına ilişkin bir başka tutarlı açıklama ise antik çağlarda bilinen yedi "gezegen"dir: Güneş, Ay, Mars, Merkür, Jüpiter, Venüs ve Satürn. Ancak, yedi günlük periyot, ay veya güneş döngüsüyle eşleşiyor görünmemektedir. Bir güneş yılı, beş günlük haftalara daha uygun bir biçimde bölünebilirdi. Beş ya da altı günlük hafta uzunluklarından oluşan bir sistem, 6x5=30 olduğu için, 29,53 gün uzunluğundaki bir sinodik aya (ay ayına) şimdiki sistemden daha uygun olabilirdi. Bir ay devresinin uzunluğunun (29,53/4= 7,3825) yaklaşık değeri olduğu için hafta yedi günden oluşuyor olabilir.

Günlerin isimlerinin anlamı
Ayların isimleri pek çok dilde benzerlik gösterirken, gün isimleri değişik dillerde birbirinden oldukça farklıdır. Yahudiler, Sabbath dışındaki günleri sadece numaralandırırlar.

Portekizce ve Rusça'da gün isimleri
Türkçe Portekizce Rusça Rusça günlerin anlamı
Pazartesi segunda-feira ponedelnik After "do-nothing"
Salı terça-feira vtornik İkinci
Çarşamba quarta-feira sreda Ortadaki
Perşembe quinta-feira chetverg Dördüncü
Cuma sexta-feira pyatnitsa Beşinci
Cumartesi sabado subbota Sabbath
Pazar domingo voskresenye Diriliş

Pek çok Latin kökenli dilde günlerin isimleri antik dönemde bilinen yedi "gezegen" ile çakışır.

Fransızca ve İngilizce günler
İngilizce Fransızca "Gezegen"

Monday lundi Ay- Moon
Tuesday mardi Mars
Wednesday mercredi Merkür
Thursday jeudi Jüpiter
Friday vendredi Venüs
Saturday samedi Satürn
Sunday dimanche Güneş -Sun


Fransızca'da dizgi Pazar gününde kırılıyor, ancak Latince'de Pazar dies solis (Güneş Günü) olarak adlandırılır. Pek çok Asya dilinde de (örneğin Hintçe, Japonca ve Korece) günlerin isimleriyle gezegenlerin isimleri benzerlik gösterir.
İngilizce'de bugün hâlâ Cumartesi, Pazar ve Pazartesi (Saturday, Sunday ve Monday) günleri isimlerini gezegenlerden alır. Geriye kalan dört gün ise isimlerini, adları gezegenlere verilen Roma tanrıları yerine Anglo-Sakson veya Kuzey Avrupalı tanrılardan almıştır. Tuesday, Wednesday, Thursday ve Friday isimlerini sırasıyla, Tiw, Wodan, Thor, Freya'dan almıştır.
Gezegenlerin isimleri günlere verilirken şu sıra izlenmiştir: Ay, Mars, Merkür, Jüpiter, Venüs, Satürn, Güneş. Peki, bu sıranın önemi nedir? Bu konuya ilişkin teorilerden biri şöyledir: Gezegenler dünyadan yaklaşık uzaklıklarına ya da dünya etrafında dönme periyotlarına göre sıralanırsa diziliş, Ay, Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter, Satürn biçiminde olacaktır. Bu dizilişte sondan başa gezegenler günün saatlerine denk gelecek biçimde yazıldığında
1=Satürn, 2=Jüpiter, 3=Mars, 4=Güneş, 5=Venüs, 6=Merkür, 7=Ay, 8=Satürn, 9=Jüpiter, ..., 23=Jüpiter, 24=Mars
elde edilir. Yeni Gün, bir öncekinin bittiği yerden başlar ve
1=Güneş, 2=Venüs, ..., 23=Venüs, 24=Merkür
ve bir sonraki gün de
1=Ay, 2=Satürn, ...
biçiminde sıralanacaktır."

* Yazı alıntıdır.

Keyifle...

" روز در هفته" Günlerin Etimolojisi Yazı Dizisi-1

"Bugünkü takvim dilimizdeki haftanın günlerini etimolojik açıdan incelediğimizde, genellikle Farisi ve Arabi kökenli olduğu bir gerçektir. Değil haftanın günleri, “Hafta” sözcüğü bile farsça asıllıdır. Halen kullanmakta olduğumuz hafta sözcüğü farsça “haft” (yedi) rakamından türetilmiştir. Bunun sebebi ise, haftanın yedi günden oluşmasıdır. Farisîlerde (iran) “Cumartesi günü”, günlerin merkez noktası olarak belirlenmiştir. Onlarda “Şenbih”, “Cumartesi” demek olup, takip eden diğer günler, “Cumartesi” üzerine bina edilmiştir. Yani haftanın günleri, cumartesi biri, cumartesi ikisi…. Üçü, dördü, beşi , altısı şeklinde isimlendirilmiştir.Farsça rakamlar “yek, du, se, çehar, penç, şeş...” diye başlayıp devam etmektedir. Haftanın günleri de, Farisi lügatinde “Cumartesi (Şenbih)’ den başlamak üzere,”Yek şenbih, du şenbih, se şenbih, çehar şenbih, penç şenbih, şeş şenbih” olarak adlandırılmıştır.
Aynı metod Arap lügatinde de kullanılmak suretiyle, haftanın günlerine kendi kültürlerince isim verilmeye çalışılmıştır. Araplarca “Cumartesi” (yevm-üs- sebt) günü dinlenme günü olarak addedilmiş “Sebt, Arapçada uyku ve rahatlık demektir” ve sonraki günlere “bir” sayısından başlamak suretiyle isim verilmiştir. Arap lügatindeki sayılar “Vahid (Ehad), isna (isneyn), selase, erba, hamse…” diye devam etmektedir. Arapçada yedi rakamına “Seb’atun” denildiğinden, haftanın da yedi günden oluşmasına bağlı olarak bu kelimenin çoğul şekliyle “üsbu’un/esabiun” denilmektedir. Yani haftanın yedi günü demektir. Arap lügatinde haftanın günleri; Yevm-ül Ehad= ilk gün (Pazar), Yevm-ül isneyn= ikinci gün (Pazartesi), Yevm-üs sülesâi= üçüncü gün (Salı), Yevm-ül erbiau= dördüncü gün (Çarşamba), Yevm-ül hamis= beşinci gün (Perşembe) diye bilinir. Sadece “Cuma günü”, toplanmak, cem olmak, toplantı günü olarak sayıldığı için bu metodun dışında istisnaî bir isimle “Cuma” adını almıştır. Buna bağlı olarak da, ertesi güne; “Dinlenme, uyku, rahatlık” anlamına gelen Sebt (Sübut) günü “Yevm-üs Sebt= Cumartesi” adı verilmiştir. Bütün takvim dillerinde, haftanın günleri “Cumartesi” üzerine kurulmuş olup, böylelikle haftanın ilk günü “Pazar Günü” olarak kabul edilmiştir. Arapça ve Farsça lügatlerinde, bâhusus bir çok ülkenin ikinci resmi anadili olarak kabullendiği İngilizce’de bile aynıdır bu durum. Araplar, yevmül ehad=ilk gün/Pazar; Farisîler, “Yekşenbih= Cumartesi biri” diye kabullenmekte ve İngilizler de haftanın günlerini sıralarken, “Sunday=Pazar”dan başlamaktadırlar.Güneşin doğuşunun günün başlangıcına esas teşkil ettiği görüşünden ileri çıkan İngilizlerin “Güneş” anlamına gelen “Sun” sözcüğünün sonuna “Gün” anlamına gelen “Day” sözcüğünü ilave etmek suretiyle “Sunday=Pazar” gününü haftanın ilk günü olarak kabul etmiş olmaları büyük ihtimaldir. Yani, İngilizler de tıpkı Arap ve Farisiler gibi, “Pazar” günü “İlk gün/birinci gün” addetmişlerdir. Farsça asıllı “Bâzâr” sözcüğü de “Pazar” olarak Türkçe'ye geçmiştir. “Alış-veriş yeri ve çarşı” anlamına gelen bu kelime haftanın ilk gününe ismini vermiştir. Bir sonraki gün de “Pazartesi” söylemiyle dilimize yerleşmiştir. “Salı “ günü de İbranice ve biraz da Arapça “sulesâi/sâlisetün” (üç) sözcüğünden mütevellid “Salı” adını almıştır. Çehar şenbih ve Penç Şenbih günleri de Farsça aslından biraz da kibarlaştırılarak, tabiri caiz ise, tıraş edilerek” “Çarşamba” ve “ “Perşembe” olarak Türkçe'ye yerleşmiştir. Yani, “Anatolia” nın, ” Anadolu” şeklini aldığı gibi. Şayet aynı usül, haftanın bütün günlerine uygulanacak olsaydı; “Pazar, Yekşembe; Pazartesi, Düşembe ve “Salı” gününün de Seşembe” şeklinde olması kaçınılmazdı. “Cuma” kelimesinin aslı Arapça’dır. İranlılar Cuma sözcüğünü islamdan sonra kabullenmişlerdir. İranlılara göre Cuma’nın adı “Yevm-ül Azine”dir. “Azine” bazen da (z) harfiyle (d) harfinin değiştirilmesi suretiyle “Adine” olarak söylenmektedir. “Azine” ise, Farsça’da “Ziynet, eğlenme” demektir. Kimi zaman da “Rûz-i Azine” de denilmektedir. Cuma, Arapça aslına uygun olarak hiçbir tağyir ve tebdile uğratılmadan kullanılmaktadır.
Farsça “Şenbih” kelimesinin, Türkçemize “Şenbe/şamba” olarak geçmesi ise, “n” ve “b” harflerinin yan yana gelmelerinden dolayıdır. Burada, Arap lügatine göre, daha doğrusu Kuran-ı Kerim’de bir tecvid (bab-ü iklab) kaidesi söz konusudur. Aynı kelimede “n” ile “b” harfleri yan yana geldiğinde üçüncü bir “m” harfi doğar. Yani, kalbetmek/çevirmek suretiyle “n” harfi yerine “ m” gelmekte olup, bu kural Türkçemize de yerleşmiştir. Anbar/ambar; Kanber/kamber; anber/amber vb…hatta halk arasında “İstanbul” sözcüğünün de “ İstambul” şeklinde telaffuz edildiğine de şahit olmaktayız.
Gerek Arapça’da gerekse Farsça’da kullanılan “ilk gün, ikinci gün…; Cumartesi biri, Cumartesi ikisi…cumartesi altısı” gibi ifadeler ülkemizde de kullanılmaktadır. Özellikle Kastamonu yöresinde (Taşköprü) haftanın bazı günlerine; Cumartesi’ye; “Cuma biri”, Pazar’a “Cuma ikisi”, Pazartesi’ye de “Cuma üçü” denilmektedir. Burada ise, Cuma günü esas alınmaktadır. Günlere ilave olarak kullanılan bir kelime vardır ki, “Cuma” ve “Pazar” günlerine ek olarak kullanılmaktadır. Cumartesi ve Pazartesi gibi. Buradaki “erte/irte” kelimesi, “…sonra/gelen zaman/bir sonraki/tehir etmek…” anlamına gelmektedir. Güzel Türkçemizdeki “Ertelemek” sözcüğü de buradan doğmaktadır. Cuma gününü İslam ülkelince bayram ve toplantı günü yani, büyük ve önemli bir gün olması hasebiyle “Cuma”, günlerin başlangıcı kabul edilmişi, bir sonraki güne de “Cuma ertesi” şeklinde müsemma kılınmıştır. Alış-veriş günü olarak kabul edilen “Pazar” dan sonra gelen güne de “Pazar Ertesi” denilmiştir. Bu iki sözcük de ses düşmesi neticesinde “Cumartesi, Pazartesi” şeklinde dilimize yerleşmiştir."

* Yazı alıntıdır.

Keyifle...

Yeni Bir Yazı Dizisi Başlıyor, Gazetenizi Almayı Unutmayın!

Başlığı yazarken aklıma geldi. Yahu bir dönem, gazeteden kupon biriktirip, teflon tava, cep telefonu, konuşan sözlük, abşeyfır(spor aleti:))aldık di mi, daha neler neler var, diğerlerini de siz ekleyin cancağızlarım. Başlık bana neden bunları hatırlattı bilemiyorum, slogan tarzı o dönemlerden, o yüzdendir. Ben mesela gazete almıyorum günlük, çünkü keyfini çıkara çıkara okumaya vaktim yok. İşe geliyorum, ve internetten başlıkları, önemli gelişmeleri okuyorum o kadar. Amma ve lakin, haftasonu güzel bi kahvaltının ardından güneş sırtıma çarparken, nefis bi kahve eşliğinde elimde gazetemle keyif yapmayı pek severim.

Geçtiğimiz haftasonu Koşuyolu' na gittim. Davullar eşliğinde karşılandım, halaylar çekildi, hızını alamayan karşılama ekibi havai fişekler patlattı :)) Yok o kadar da değil:) Benim Anadolu Yakası' nda ne bileyim bi Fenerbahçe' de, Acıbadem' de, Cadde' de görüldüğüm pek nadirdir ama ziyaretlerimi sıklaştırmaya karar verdim. Koşuyolu, gerçekten en beğenilenler listemde yerini aldı. Önce "Biber" de uzun bi kahvaltı yaptık, kahvelerimizi içtik. Ben semtin yenisi olunca etrafta şöyle bi tur attık ve artık benim için vazgeçilmez olacak mekanı gördüm: "Ceviz Ağacı"!!!! Tanrımmmmmmmmm, 'hayatta neye geç kaldın' deseler, buranın adresini veririm:) 987654321 tane tatlı çeşiti vardı sanırım. O çizkekler, kanepeler, pastalar, açık büfe kahvaltı, ekler, çörek... Sağlığım/nız açısından burada kesmek istiyorum:) Gidin, tadın, hazza varın! Evet, slogan bu olmalı, evet olmalı!

Yazının özüne geliyorum: Günler çok çabuk geçiyor malum, haftasonu nakarat gibi tekrarlıyor. İş yüküm azaldı şu sıralar, serbest çağrışımlarım güçlendi:) Şimdi bu geçip giden günler, adlarını nerden aldı acep, diye düşündüm, araştırdım, sizlerle de paylaşacağım.

Kipintaç canlar, yeni yazı dizimle geliyore:)

Keyifle...

Mart 27, 2012

Move like Jagger!


Yoga dersen yaparım, pilateste iyiyim, dans derslerim uzun soluklu olmadı lakin çaça, salsa, rumba dedin mi yanına benim adımı da eklemen lazım:) Koşu, step, aerobic ile doğduk, Sezen' in bu şarkısıyla da(tık tık) büyüdük. Evet, komşunun stepteki kızı benim:)Velhasıl sporu severim, scubaya kadar gitti bu iş, hata bungee jumpinge de niyetlendim korka korka(yükseklik korkum var, boyum da o yüzden kısa:)), neyse ki o niyetlendiğim hafta hava şartlarından dolayı atlayış iptal oldu. Gelin görün ki a dostlar, geçtiğimiz hafta "spinning" diye lanet olasıca bi spor var, ona katılma(grup dersi) gafletinde bulundum. Önceleri 1 ay boyunca izledim milleti, baktım gayet cool, bi oturup bisiklet sürüyorlar, bi ayakta hızlanıyorlar. Yüksek volumde maroon 5 M.Jagger eşliğinde gayet yapılası, ter atılası bir spor gibiydi, katıldım. Evet, bu hatayı yaptım. Hem de bunun hata olduğunu 6. dk. da anladım. Kendimi dışarı atmak, serin havuza bırakmak istedim. OMG! Evet, devam ediyordum, yanımdaki teyze bile yapıyordu, pes etmicektim. Sık kızım kalçaları, hızlan hızlan. Tamam, kapat gözlerini çevir pedalları, vouge kapağındaki hatunları düşün, yetmezse biskolata adamlarını düşün, çevir çevir çevir (Hala 15. dk.).Ha tamam, hoca su için dedi. Acaba herkes gözlerini kapayıp su içerken kaçsam mı kenardan kenardan?! Evet, kaçmalıyım. Yoo hayır, yine başladık. Fak! Kaçamadım. Rihanna çalıyor, hoca iki dedi. Napıyoduk? İkinci hareket neydi, oturcak mıyım, ayakta mı süreceğim?! Ya bu yanımdaki teyze nasıl cool bi şekilde devam ediyor?!! Şunun kalçası güzelmiş, of hoca da fena değilmiş. Ayyy koptum, öldüm, tıkandım, gözümün içine ter kaçtı, lenslerim kendinden geçti, ayaklarım tutmuyor, odam kireç tutmuyor.

O yeahhhhh! Sonunda dışarıdaydım. Hiç hatırlamıyorum nasıl çıktım ama zaman hiç bu kadar ağır ilerlememişti. 1 dakika 60 saniyede değil, 1 saatte doluyordu sanki!!! Neyse canlar, bisiklet selesinin k*çımdaki ağrısı 1 hafta geçmedi sanırım. Ben koşu, aerobice( çok tatlı ispanyol bi adam var dersi yöneten), body bar a devam. Hem de inceldim de inceldim.

Unutulmaz karakter Betty ya da ne bileyim Taş Devrinin Wilma' sı kadar ince belim:) En azından bana öyle geliyor:) Yaz da geliyor, sevgilim de askerden geliyor :)

Keyifle...

Mart 09, 2012

Geri Dön Geri Dön Ne Olur Geri Dön-DÜM!

Sanırım kış uykusuna yatmıştım, bu sabah uyandım.
Gutmornik sanşaynnnnnnnnn :)
Günei ışınlarının insanlar üzerindeki 987654321 yararını sıralamak için uzun uzun çalışmasın o isveçli bilim adamları, beni mevsim değişimlerinde 1 ay gözlemlemeleri yeterli:) Kışın tüm kasveti üzerime çökmüştü, korktum o yükü kaldıramamaktan. Neyse ki güzel havalar biraz da olsa göz kırptı da, sona erdi asık suratlı uyanmalarım.

Bu haftasonu da gündüz gezmelerime, gece eğlenmelerime devam edeceğim, yaza da Rio Mayami İbiza turu yaptım mı, yeniden doğmuş gibi olurum sanırım. Nisan ayında 4 günlük bi tatilim var. Ne güzel hayallerim, tatil planlarım, birazcık da param vardı ta ki o... hırsız benim evi ziyaret edene kadar.

Cüzdanımda yüklü paralar taşımam, evde de bulundurmam. Küçüklüğümünden annemin çeyrek günlerinde kenara atıp biriktirdiklerine özentimdi kenara ceyrek atıp atıp biriktirmek, onu da saklayacak yer yok diye yapmadım. Tamam biliyorum, bankaların altın fonu var. Hani işe de başladık, öğrenci olmakla sivil olmanın daha doğrusu tam anlamıyla olamamanın sıkıntıları var. Ne diyodum, ha, sen bu hırsız evde kimse yokken gir eve kira için ayırdığım parayı ve bilgisayarımı al git :( Şimdi içinizden diceksiniz ki: e be kızım alık mısın niye parayı evde tutuyosun?? WTF! MÖRPİ Kanunu bu yahu! Pasta hep ters düşer, yağmur hep fön çektirince yağar, şans lotoyu yatırmadığında seni bulur! Evet hiç yapmam, evde para bırakmam. O gün sadece 1 günlük unutkanlıktı, bi daha mümkün değil! Şimdi, o 4 günlük tatilimde baba ocağını ziyaret edeceğim.

Bi video izledim, hayatımı değiştirmedi:) ama pek hoşuma gitti. Tıklayınız!
* Helenistik dönemin zerafetine ne diyosunuz?- Muazzam!

Haftasonu İstanbul' un nabzını tutacağım, geri döndüm ben! Zaten ileri dönülmez ki, "geri" gereksiz oldu. Ay yok silmem, siz de görün :) :)
Keyifle kalın

Şubat 03, 2012

Daha Fazla Marijuana!

Yapmayı en çok sevdiğim şeylerden biri de, uykuya dalmadan önce kendime güzel bir playlist oluşturup uykuyla uyanıklık arasındaki o ince, hassas, puslu anları keyifli hale getirmek. Hele ki şu son iki aydır vazgeçemediğim bir grup var: Morcheeba! Anlamı, yazının başlığında; Daha fazla marijuana! Tatlı bir erotizm var sanki yaptıkları müzikte. Sanırım bu tarz müzik 'trip hop' olarak adlandırılıyor. Slow down' u dinlemek; otherwise' ı ise izlemek hoşuma gidiyor. Adı geçen parçaları, üzerine tıklayarak dinleyebilirsiniz.

'Hoşa gitmek' çok farklı bir deyim, kelime grubu. Kelimelere bi süre odaklandıktan sonra, yabancılaşıyorsun hakikaten. Şimdi aklınıza bi kelime getirin, birkaç kez sesli bir şekilde tekrarlayın. Bir garip oluyor, yabancılaşma bu, evet yabancılaşma.

Benzer hisler uyandıran grupların listesi bence şöyle:

1. Blonde Redhead
2. Oi Va Voi
3. Portishead

Keyifli dinlemeler...

Şubat 02, 2012

Zaman, harcadıkça çoğalır!


1. Az daha ağlayacaktım hala kar topu oynayamadım, debelenemedim karın içinde diye, derken dün karlar kraliçesi ödülü hak edecek kadar atraksiyonlu geçti karla savaşım ve kardan savaşım. Bence kış saati uygulamasına göre, geç sayılan bir saatte eve döndüm dün karlara tekme ata ata. Sonra girmedim eve, evdekileri sokağa çağırdım. Tam da o sırada kar başladı, attık kendimizi çocuk parkına. Sonra kardan adam yapmak istedik, başladık sanatımıza. Adam diye işe koyulduk ama sonra 'neden kadın olmasın' dedik. Göğüslerini de yerleştirdik. 90-60-90' cılara tepki gösterdik! Göğüslerinin birini büyük, diğerini küçük yaptık. Yolda kırmızı bir kuşak bulduk, beline bağladık. 'Kardan Gelin' yapmışız meğersem:)E hadi eve dönelim artık derken, yolda iki çocuğa rastladık, ellerinde poşetler, kaymaya gidiyorlar. Peşlerine takıldık. Aman Tanrımmmm! Uzun zamandır bu kadar eğlenmedim!
Nişantaşı'nda bir site otoparkına gittik. Tüm gençlik ordaymış yahu. Biz de bulduk bi poşet parçası, katıldık buz trenine. Yokuştan bıraktık kendimizi rastgele:) Nasıl bir eğlenmektir, düşmektir, kalkmaktır, çocukluğa doyamamaktır anlatamam. Siz iyisi mi, karın şu son demlerini iyi değerlendirin. Çıkın evinizden, üşüyün! Karlı zemine bırakın kendinizi, bırakın acısın poponuz, hissetmeyin soğuktan elinizi, donunuzun içine kadar girsin kar. Eve geldiğinizde paltonuzun cebinden çıkarın karları. Bitince eğlence, alın sıcak duşunuzu, sıcak kahvenizi, giyin patiklerinizi, nefes aldığınızı değil; nefesinizi kesen anları hissedin yeniden.

2. "ZUMBARA" adında bir sistem/grup/paylaşım sitesi var. Öğrenmek istediğin, merak ettiğin, öğretmeyi arzuladığın, paylaşmadan geçmek istemediğin ne varsa ortaya koyabileceğin muhteşem bir şey. Hepimiz istemişizdir yeni bir dil öğrenmeyi, yoga yapmayı, plates ile zinde kalmayı, poi çevirmeyi, musluğu tek başımıza tamir edebilmeyi, artık malzemelerden harikalar yaratabilmeyi, dağa tırmanmayı, bilgisayarımıza format atabilmeyi, teknolojiyi yakından takip edebilmeyi, paylaşmayı ve de paylaştıkça çoğalabilmeyi...
Ama hep bahanemiz vardı; öğrenciyken paramız yoktu, çalışmaya başlayınca zamansızlıktan şikayet eder olduk. Ben şunu çok küçük yaşta öğrenebildiğim için şanslıyım sanırım: "Zaman, harcadıkça çoğalır." Üniversitedeyken, kulüp başkanıydım, toplantılarım olurdu, gönüllülük projelerine katılırdım, ulusal/uluslararası konferanslar düzenleyen organizasyon komitesinin içindeydim hep, para kazanmak isterdim ve çalışırdım, partiler düzenlerdim, partilerdim, sabah 6'da kalkar yürüyüşe giderdim, uzun sabah kahvaltılarına bayılırdım ki hala da bayılırım... Velhasıl Canlar, iş hayatı, kış havası derken, yukarıdaki saydıklarımı bazen tek güne sığdıran ben, şimdi, sabah uyanır uyanmaz akşam eve dönmeyi hayal eder, işten çıkıp çoğunlukla direkt eve dönen bir tip oldum. Mutsuz oldum.
Yönlendirilmeye değil yön vermeye karar verdim yeniden, ekledikçe bezen de eksildikçe çoğaldı herşey. Zumbara ile tanıştım. Mesela; Yoga mı yapmak istiyorsun. Üyelik oluşturduğun bu siteye, yoga talebini giriyorsun. Şimdi sen talep edensin ya, arz edenleri yani bu dersi size vermek isteyenleri arıyorsun. Birbirinizi bulunca daaaa, mutlu son:) Canlar, işte can alıcı nokta burası: para değil, zaman ödüyorsunuz! 1 saat yoga dersi için kumbarandan yani zumbarandan 1 saatini, sana yoga öğreten arkadaşa veriyorsun ve bu işlemler sistemde çok güzel ilerliyor. İyisi mi siz bir göz atın www.zumbara.com' a.

3. Bir de bu zaman ile bedel ödeme ile ilgili film izlemiştim geçenlerde: In Time! İzlenesi bir film bence.

4. Spora başladım. Gün ikiye ayrılıyor: Spordan önce ve sonra diye. Kışın tüm olumsuz etkileri uçup gitti üzerimden. Size de şiddetle tavsiye ederim, eğer böyle bir arayış içindeyseniz. Metrocity' nin içindeki Essporto'ya gidiyorum, her spor sonrası sanki yenileniyorum :) Siz nereye gidersiniz, nasıl yaparsınız, hangi araya sıkıştırırsınız bilmem ama, kişinin kendine yaptığı en güzel yatırım bence bu. Hele ki dün nasıl güzel bir gün oldu benim için: iş çıkışı spora gittim, abdominaldi, ön bacaktı, koşuydu, bisikletti derken 1 buçuk saat kadar cardio çalıştım. Hooppp ardından ılıman ılıman havuza girdim. Sıcacaık sudaydım ama kocaman pencereden bembeyaz karı görmek inanılmaz keyifliydi, ardından jakuzi!Yes! Değmeyin keyfime. Ordan çıktım Zumbara' nın toplantısına katıldım, eve geldim ve kar topu çılğınlığına kendimi bıraktım.

Evet, bunların hepsini dün yaptım. Aynı günde yaptım. Yine olsa, yine yaparım:))

Keyifle...

Ocak 20, 2012

Kasap-Kedi-Ciğer-Tatil-Film-Panda Ne Ararsan Burada


Yahu millet sevgilisini çiçeğim, böceğim, kelebeğim diye sever, benimki pandacık diye. Az önce Öz-kod adı bu olsun :)- güzel bir video atmış bana, yavru panda kaçmaya çalışıyor. Ama nasıl tatlı belli değil. Alıp evde besleyesiniz geliyor. Malumunuz bir çoğunuz bilir, benim lordofthelawyers askere gitmişti de kısa bi dönem lordofthesoldiers olmuştu. Ha konuyu bağlıyorum şimdi, Öz mail atmış pandaları izliyorum, söyledim buna da, lordumuzun tepkisi şu: "o sevimli pandacık sensin sevgilim" Takılsam takılırım ben şimdi bu panda konusuna da, iiyisi mi siz de izleyin de kapansın bu mevzubahis. Bakınız, yan sekmede açınız:)

Son 1 haftadır işten eve, evden işe modundayım. "Hiçbir şeyde gözüm yok, sen yanımda ol yeter modundayım" da adam da yok ki yanımda. Öz ile akşamları tek olayımız film izlemek. Bazı akşamlar 1 buçuk saati altyazılı film aramakla geçiriyorum. Yahu kim bu tr dublajlı filme akın eden kesim? Neden birçok güzel filmin orijinal hali yok? Hani sınırsız internetin nimetlerinden faydalanayım diyorum da, bu durum benim de sınırlarımı zorluyor.
Velhasıl bu aramalarım hep hüsranla sonuçlanmadı elbet. Mesela, "Marry and Max" izlemeniz gereken muhteşem bir animasyon. Bir de dün Almadovar' ın "La piel que habito" suna giriş yaptık, güzeldi. Giriş yaptık diyorum, çünkü dedim ya film aramak ve dublajsız, kesintisiz adam gibi film bulmak zaten 1 buçuk 2 saatimi alıyor. Bazen de inatlaşıyorum işte ondan bu kadar vakit harcadım birkaç kez. Bu iki filmi haftasonunuza sığdırın canlar. Ha bir de "zenne" ye gittim geçen hafta, bunu sanırım bi önceki yazımda söylemiştim. Söylemediysem de başka bir yazı konusu olur başlı başına. Bu hafta sonu izlemeyi planladığım bir diğer film de "an education". Eğer bir de dizi önerisi derseniz, favorim "new girl". 500 Days Of Summer' dan hatırladığımız, o filmde hepimizin bi sevdiği bi nefret ettiği Zoey Deschanel, bu dizide Jess rolünde acayip sevimli bir tip. Hele ki dizide bir Nick var, lordofthelawyers' ımdan çekici olmasın, olmasın yani:))Dizi bana ilk etapta "HIMYM" ı anımsattı. Himym baymıştı artık ama o tatta yeni bir şeylere ihtiyacımız vardı. İşte "new girl" çok güzel karşıladı bu beklentimizi. Geç kalmadınız canlar, hala ilk sezonda ve 10 bölüm yayınlandı.

Sona yaklaşırken;
Kızlarrrrrrr, bizim biskolata reklamındaki o nadide parça var ya hani hamur yoğuran:) Ha sevgili arkadaşım Celi, onunla röportaj yaptı. Tamam yüz yüze değil ama yakında burada okuyacaksınız o röportajı da :)O kadar ısrar ettim Celi mail atarken ekte benim fotograflarımı da yolla diye ama cıks. Hem ne o öyle ya hamur yoğuran erkek mi olur!!!
Kasap-Kedi-Ciğer,
bugünlük bu kadar sevgiler...

*Bu gün haftanın son iş günü olmasının yanı sıra, yarım gün çalışıyorum ve 9 günlük tatile çıkıyorum O yes!! :)
Keyifle...

Ocak 17, 2012

FUCK !!!


Kar yağmıştı masal gibi.
Sabah beyaz bir düşe uyandım.
Telefonumun alarmı çaldı ama ben bekliyorum ki biri bana haber edecek, bakanlık açıklama yapmış da kar tatili olmuş diye. Hayır olmadı. O çalan gerçekten de alarmdı.
İşe geldim. Elektirik yoktu, kombi çalışmıyordu. Yabancı bir arkadaş var, bu duruma yanıtı gayet netti; "Fuck!"

İşte konu tam da o anda değişti ve günün yazısı ortaya çıktı: Fuck!

Fuck' ın tarihçesi. Yani, eylemin tarihi ilk insanın yalnızlığına kadar gider ama bugün burada kelimenin tarihçesine değinmek için toplandık canlar :)

"İngiltere tarihinin en kanlı ve dramatik zamanlarından biri kral VIII.
Henry zamanıdır... Veba, katliam, savaşlar, uzak diyarlarda
Sömürgelere gidenler, orada kaybedilenler ve buna benzer sebeplerle
ülkenin nüfusu neredeyse yarı yarıya düşmüş, Kral ülkesinin
geleceğinden ciddi bir biçimde endişelenmeye başlamıştır. Ama
yaptırdığı araştırmalar sonucunda ülke hapishanelerinde çok sayıda
serseri, hırsız katil vs. ve çok sayıda o***** olduğunu tespit etmiş ve
nüfus artısını sağlayabilmek amacıyla kral kontrolünde hapishanelerde
çiftleşmeler organize etmiştir. Dünyaya getirilen çocukları da İngiliz
Kraliyeti, yetiştirme ve topluma katma isini üstlenmiştir. Bu nüfus
arttırma işlemine "Fornication Under Control of the King" yani "Kral
kontrolünde zina" denmiş ve FUCK olarak kısaltılmıştır Bu Fuck
işlemleriyle İngiltere nüfusu 10 yıl içerisinde 2 ye katlanmıştır.
"Fuck" kelimesi de İngilizceye buradan girmiştir. Bu olayın Tarih kitaplarıyla sabiti doğrudur."
*Alıntıdır.

Adam haklı beyler!!!
Şimdi dağılabiliriz.

Keyifle
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...